“İstanbul Şehir Üniversitesi”ne arsa tahsisi tartışması, referandumda bütün devlet imkânları hoyratça harcanarak inadına dayatılan, millet irâdesinin temsilcisi Meclis’i devre dışı bıraktıran, bağımsızlığı ve tarafsızlığı berhava edilen yargıyı güdümüne alan geniş yetkilerle partili “Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi”nin “kayırma siyaseti”nin içyüzünü açığa çıkarıyor.
Ancak en çarpıcısı, “devleti şirket gibi yönetirim” diyen Cumhurbaşkanı’nın partisinin toplantısında öncelikle “üniversiteye tahsisi yapan benim” deyip bir siyasi ayağında kendisinin, diğer ayağında “mâlum zat” dediği eski Başbakanının olduğu” eleştirilerinde açığa çıkıyor.
Öncelikle “Bunlar dürüstlüğü kimseye bırakmıyor” diye başta kendisinin danışman, Dışişleri Bakanı ve Başbakan olarak atadığı, kendisinden sonraki ilk AKP Genel Başkanı olmak üzere, on üç yıl boyunca hükûmetlerinde Başbakan Yardımcılığında ve önemli bakanlıklarda bulunan isimleri “Hani bunlar dürüsttü!” diye dürüst olmamakla ithamı dikkat çekici.
Meseleyi siyasi tartışmaların ötesine taşınıp, tam da yeni partilerini kurma aşamasında oldukları sırada bir nevi “tehdit ve şantaj dili”yle eski siyaset ve hükûmet arkadaşlarını bir suç örgütü gibi gösterip “burada bankanın âdeta dolandırılması söz konusu” diyerek “dolandırıcılık”la, “hırsızlık”la suçlaması. Buna mukabil hâlen partisinde olan ve sözkonusu arsayı tahsis eden bir diğer bakanın ismini atlaması.
Kendisinden önce yine partisinden seçilen Cumhurbaşkanı’nı, ismini dahi telâffuz etmeyerek “tabii bizi halef - selef olduğumuz Cumhurbaşkanı aradı” deyip örtülü olarak takbih etmesi…
DEVLETİN DÜŞÜRÜLDÜĞÜ VARTA!
Aslında Cumhurbaşkanı’nın “tezgâh başka” deyip “eğer şahsım bu zata eğer muhalif olsaydı ben Tekel’in bu kadar kıymetli, değerli olan arazisini niçin bunlara tahsis edeyim?” sorusu, Başbakanlığı döneminde “Marmara’ya nazır, Maltepe’de çok çok güzel bir yerde ve değeri itibarıyla da yani 2,5 milyar değerinde olan bu kadar kıymetli devlet arsası”nın tahsisini ve ”bilâbedel tapu devri” için “el vicdan ya!” yakınması vahametin açık ifşâsı.
Dahası “Maltepe’de Tekel’e ait olan yani zamanında benim tahsis ettiğim bu yer”e dair bu ifşâ, AKP iktidarında “muhalif’ olanlara bu arsalar verilmez” vakıasının teyidi olurken, olayın yıllarca beraber çalıştığı “arkadaşları”nın tam da “partiden ayrıldıkları” süreçte gündeme getirilmesi, hâdisenin arka plânını deşifre ediyor.
Keza siyasi iktidara yakın işadamlarına, medya kuruluşlarına, spor kulüplerine kamu bankalarından 100 milyonlarca lira uzun vadeli kredilerin verildiği vetirede, daha düne kadar partisinde ve kabinesinde en üst görevlerde yer alan eski partililerin yeni partilerini kurmalarının engellendiğinin açık ikrarı oluyor.
Yine Davutoğlu’nun Twitter hesabında “2003’ten 2016’ya kadar üst düzeyde birlikte çalıştığımız Sn. Cumhurbaşkanının, şahsım ve bazı bakan arkadaşlarım hakkında en temel nezâket kurallarına bile uymayan, bu yüksek makama yakışmayan bir üslubun devlet ahlâkı meselesi” olarak nitelemesi “tek kişilik sistem”de devletin içine düşürüldüğü vaziyeti ele veriyor.
HAYIFLANMALARLA ORTAYA ÇIKAN…
Ve mevzubahis “ağır ithamlar”a karşı “Şu anda görev yapanlar da dahil olmak üzere yaşayan bütün Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, kamu bankalarının bağlı olduğu bakanlar ve özelleştirme yüksek kurulunda görev yapmış yetkililerin ve onların birinci ve ikinci derece hısımlarının ve akrabalarının mal varlıklarını ve bu varlıklardaki değişimi, bu kişilerin siyasete girdikleri, devlet görevi üstlendikleri günden bugüne kadar araştırmak ve soruşturmak üzere TBMM’de gerekli komisyonlar oluşturulması” cevabından iktidar partisi yöneticileriyle destekçisi parti yöneticilerinin daha ilk günde kaçınması siyasi iktidarın saplandığı vartayı deşifre ediyor.
Özetle “Şehir Üniversitesi tartışması”nda “ülkenin küçük çıkarların, küçük ihtirasların peşinde koşan insanların kavgasından hep zarar gördüğünü” belirten Kemal Öztürk’ün “kısır bir döngü içinde sürüp giden” akışta “şehirlerimizi perişan eden şey nedir mesela?” diye sorusuyla “muhteris, aç gözlü, daha çok kazanmak için uğraşan kifayetsizler”den söz ederek “imar planları değişiyor ve şehirler betona boğulup perişan ediliyor. Küçük ihtiraslar, büyük hayallerin önüne geçerken, hepimiz izliyoruz ve sonra da hayıflanıyoruz” vakıası bir defa daha su yüzüne çıkıyor. (Yeni Şafak, 9.11.19)
Görünen o ki “Davutoğlu’nun TBMM’de kurulmasını talep ettiği komisyona yüklediği misyon eğer kabul görürse -ki hiç sanmıyorum- onun vereceği tahribat siyasetin kaldıramayacağı kadar ağır olacaktır.” (Fehmi Koru, 9.12.19)