Seçim sath-ı mailinde bir çok önemli konu gündemden kaydı. Bunlardan biri de Başbakan Erdoğan’ın geçen seçimde “Teröristlerle görüşen şerefsizdir!” çıkışından sonra bizzat İçişleri Bakanı’nın Oslo itirafıydı.
Hakkındaki gensoru oturumunda Ala, Meclis kürsüsünde, 2009’dan sonra önce “millî birlik ve kardeşlik projesi”, ondan sonra “çözüm süreci”nin “inanılmaz provokasyonlarla sekteye uğratıldığını” söyledi. Muhalefet milletvekillerinin “Hani görüşen şerefsizdi” itirazlarına, terör örgütü elebaşları ile görüşmeleri tek tek anlatan Ala’nın, “Oslo, devletin kendi biriminden sabote edilerek dışarıya sızdırıldı” sözleri, hükûmet olarak terör örgütüyle müzâkerelerin ifâdesi olarak tutanaklara geçti. Akabinde, İstanbul Terörle Mücadele Şubesi eski Müdürü Yurt Atayün’ün, Bugün gazetesi yazarı Gültekin Avcı’ya Oslo görüşmelerine ilişkin, “BDP Diyarbakır İl Başkanlığı’nda Oslo görüşmelerini tamamlayıcı nitelikteki toplantılara ait 12 ses kaydı bulundu. Ayrıca bir ‘mutâbakat zaptı’da vardı. Belgede ‘Türkiye Cumhuriyeti tarafı’ ve ‘PKK tarafı’ yazılıydı” diye konuşması ‘Oslo görüşmeleri’ne dair bir diğer beyân oldu. (20.3.15)
Anlaşılan o ki, seçim öncesi Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak “milliyetçi mesajlar” vermesine karşı hükûmet Oslo’da PKK ile resmen görüşmüş. İstanbul Terörle Mücadele Şubesi eski müdürünün, “MİT, Öcalan’ın Kandil’e kuryeliğini yapıyordu. Basına yansıyan ve örgüte saldırı emrini içeren Apo mektubu, MİT tarafından Kandil’e ulaştırılınca PKK Silvan saldırısını düzenledi. Saldırıda 14 şehit verdik. Acaba mektupta ‘Bu mektubu size getirenleri öldürün’ tâlimatı olsaydı, MİT’çiler o mektubu Kandil’e götürürler miydi? Götürmezlerdi. Ama Apo’nun o mektubundaki saldırı tâlimatıyla Silvan’la başlayıp devam eden PKK saldırılarında 134 şehit verdik” hayıflanması, bu konudaki bir başka vahameti deşifre ediyor.
İsrail, IŞİD’den “memnun”muş!
Geçtiğimiz günlerde İsrail Savunma Bakanlığı Siyasî ve Güvenlik Komitesi Başkanı Amos Gilad’ın, “IŞİD, şu aşamada eylemlerini İsrail’e karşı yöneltmiş değil ve İsrail için bir tehdit unsuru değil” demeci, medyanın satır aralarında kaldı.
İsrailli yetkilinin bu ifşaatı, İslâm dünyasında saldırılarla, katliâmlarla mâsum Müslümanları katleden bütün sözkonusu radikal “cihadist örgütler”in emperyal mihraklar tarafından hegemonya ve enerji-petrol çıkarları hesabına ortaya sürüldüğünü bir defa daha su yüzüne çıkarıyor.
Gerçekten sormak lâzım; Pakistan’dan Mısır’a, Mali’den Nijer ve Nijerya’ya, Irak’tan Yemen’e, Sudan’dan Suriye’ye, sivil yerleşimleri, kentleri, fabrikaları, sanayi tesislerini bombalayan IŞİD, neden her fırsatta bölgede 50 bini aştığında dem vurduğu militanlardan birkaç binini İsrail’e salmaz, bu ülkeye en ufak bir zarar vermeye kalkışmaz? Niçin İsrail’in askerî stratejik üslerine değil de, hep İslâm ülkelerindeki ekonomik, sanayi merkezlerine saldırır?
Neden, sözde en çok “düşman” olduğunu ileri sürdüğü Afganistan ve Irak’taki Amerikan tesisleri değil de bu iki ülkenin tesislerini bombalar? Körfez ülkelerinde yüzbinlerce Amerikan askeri konuşlanmış durumda; niçin bunlara yönelik bir eylemde bulunmaz? Anlaşılan o ki, bütün eylemleri, saldırıları, katliâmları, zâlim küresel güçlerin İsrail hesâbına ecnebilerin müdahalelerine bahane ediği için İsrail, IŞİD’den “râzı.” İsrailli yetkililerin IŞİD’den memnuniyeti bundan…
“Arıyla tanışmamış ballar” ikrarı
Yoğun siyasî karambola gözlerden kaçan bir diğer çarpıcı konu, resmî ağızların halkın sağlığa zararlı ürünlerin üretimi, ithali ve satışına dair tesbitleri.
Türkiye’de Tarım Bakanlığı’nın, kanser ve benzeri hastalıklar yapan kanserojen özelliği taşıyan genetiği değiştirilmiş organizmalı (GDO’lu) gıdaların ithaliyle Türkiye’ye sokulup satışıyla halka yedirildiği tartışmaları sürerken, halkın sağlığını bozan gıdaların üretim, ithal ve satışına tedbir alması gerekenlerin deklâre etmeleri dikkat çekici. Geçen yıl Mersin Limanı’ndan 23 bin 8 ton GDO’lu pirincin Türkiye’ye sokulup, en az 8 bin kilosunun paketlenerek marketlerde satıldığının, geri kalanın satılmak üzere olduğunun açığa çıkmasından sonra hükûmet cânibinden bu kez sahte bal ve ithal oyuncaklarla ilgili itirafları geliyor. Geçtiğimiz haftalarda, Gümrük ve Ticaret Bakanı, sahte ballarla ilgili ziyaretine gelen Ankara Genç İşadamları Derneği (ANGİAD) yönetim kuruluna, bakanlığının çalışmaları bilgisini veren Canikli, ürün denetimlerindeki “çok ilginç olaylar”ı sıralarken, “Televizyonda, sosyal medyada reklâmı yapılan balların çoğunun, yapılan testler sonucu bal olmadığını, bazılarının arıyla hiç tanışmadığını gördük” diye yakındı. Aynı durum tanıtımı yapılan sağlık ürünleri için de geçerli olduğunu belirten Bakan’ın, özellikle zayıflama hapları ve çeşitli hastalıklara iyi geldiği öne sürülen ürünlerin büyük bölümünün reklamlarını vurguladı. “Hiçbirinin sağlık kurallarına uygun olmadığını gördük” dedi.
Özetle “İhbarlar ve denetimlerle sağlığa zararlı ürünlerin büyük bölümünün reklâmlarını durdurduk, yeni tedbirler aldık” dese de, Bakan’ın “yılda binlerce güvensiz ürünün tüketiciye ulaşmasının engellendiği” cümlesi, engellenemeyenlerle birlikte hesaplandığında, ülkenin hâlâ ne denli vahametle karşı karşıya olduğunu gösteriyor…
Patriotların “koruyamama” bilmecesi
Hatırlanacağı üzere, Aralık 2012’de Türkiye’nin Güneydoğu illerinde NATO paravanında Amerikan Patriot füze sisteminin kurulmasının ‘’savunma’ amaçlı” olduğu belirtilmişti.
Ne var ki geçen ayın son haftasında Türkiye’nin muhtemel saldırılara karşı NATO’dan istediği ve sınırdaki üç şehirde konuşlanmış Patriot bataryalarının hiçbiri, Suriye’den atılan Reyhanlı’ya düşen FATEH-110 füzesinin Patriotlar tarafından tesbit edememesi, “Türkiye’nin uzun menzilli füzelere karşı korunması”nı yeniden sorgulandı, sorguluyor.
Askerî kaynakların Patriot bataryalarının radar tarama menzilinde bazı noktalar birbirinin üstüne düşmediği için arada boşluklar bulunduğu, Patriot radar menzili dışında kalan Hatay’ın korunması için yeni bir batarya gerektiği gerekçelerinin kamuoyunu pek tatmin etmediği görülüyor. Garabet, Meclis’te Başbakan’a da sorulan “Türkiye’de konuşlu Patriotlar neden devreye girmedi, Reyhanlı’yı savunmasız bıraktı?” sorusu hâlâ cevapsız kalmasıyla açığa çıkıyor.
Sahi, NATO amblemli Amerikan füze bataryaları neden Hatay’ı koruyamadı? İncirlik’i koruyanlar neden Reyhanlı’yı koruyamadı?
Cevapsız geçiştirilen sorular, Patroitlerde işin içinde başka bir iş olduğunu gösteriyor…
"Âlem-i İslâmı ağlatan dehşetli yarayı deşmeyin!"
Suriye ve Irak’tan sonra Yemen’deki iç savaşın da Sünnî – Şiî ihtilâfını tahrikle Müslümanlar arasında ifsadla zulümlü mezhep savaşı fitnesi ve tefrikasına malzeme edilmesine, Bediüzzaman’ın ders ve ikazının ehemmiyetini okutturuyor: “Bin üç yüz seneden beri âlem-i İslâmı ağlatan ve bütün ehl-i hakikate ‘Eyvahlar! Yazıklar olsun’ dediren âlem-i İslâmın en dehşetli büyük yarasını deşmek, düşünmek, benim hususî meşrebimde tahammülüm fevkinde elem veriyor. (…)
“Hârici ve büyük bir düşmanın hücumu zamanında, dahilî küçük düşmanlıkları bırakmak elzemdir. Yoksa hücum eden büyük düşmana yardım hükmüne geçer. Bunun için, daire-i İslâmiyede eskiden beri tarafgirâne birbirine mukabil, muârız (rakip-düşman) vaziyetini alan ehl-i İslâm o dahili düşmanlıkları muvakkaten (geçici olarak) unutmak maslahat-ı İslâmiye muktezasıdır (gereğidir.)” (Emirdağ Lâhikası, 182-4)
“Ak Parti tek seçim kaybederse dağılır…” Etyen Mahcupyan, (Başbakan Başdanışmanı)