“Süreç komisyonu”nun AKP-MHP-DEM’in birer üyesinin son Öcalan’ı ziyaretinin apar topar toplumdan kaçırılması “süreç”ten ziyade tartışma konusu oldu.
Tartışmaların başında, “iktidar cephesi”nin her fırsatta millet iradesinin temsilcisi Meclis adına terörist başıyla müzâkereyi reddeden muhalefet partilerini “cesaretsizlik”le suçlamaları geliyor. Kendilerini Saray iktidarına medhiyeler dizmekle âdeta “görevli” gören “yandaş yorumcular”la ve maaşlı troller, içte ekonomik çöküşle yıkımın, dışta dış politikada itibarsızlığın tavan yaptığı sırada “Türkiye’nin en güçlü dönemini yaşadığı” saptırmasıyla sadece söylemde kalan “PKK’nın silâh bıraktığı” ve “kendini feshettiği” asparagasına başvuruyorlar.
Partisinin tek başına iktidarı kaybettiği 7 Haziran 2015’te sırf siyasî rant hesâplarına yaramadığı, oy kaybettirdiği için partili Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan Yardımcısı ve AKP temsilcisinin katıldığı “Dolmabahçe mutâbakatı” masasını fütursuzca devirmesini görmezden gelerek “elini değil, bedenini taşın altına koyduğu”ndan dem vuruyorlar.
Dahası “Kürtlerin lideri ve temsilcisi” payesini bahşetmekle “süreç’in başaktörü” ve “Meclis’in muhatabı” haline getirilmesine itiraz eden bütün muhalefet partilerine “idare-i maslahatçılıkla statükonun yanında hizanlama” isnadlarını savuruyorlar.
Bu durumda şu sorular soruluyor; madem iktidardakiler bu kadar cesurlar, muhalefet partilerinin katılmadığı sözkonusu Öcalan’la görüşmeyi neden âdeta halktan gizlemeye yeltendiler? Neden iktidar partisi üyesi, önce “Gitmiyoruz” dedi, ardından “gittiği” ortaya çıkınca “Gittik” diye çarka mecbur bırakıldı?
Sonra üzerinden günler geçtiği halde neden “komisyon”a bilgi verilmeyip istifhamlara dair hâlâ hiçbir ciddi açıklama yapılmıyor? Ve neden “komisyon”un toplantısı tam on gün ötelenip mesele soğutulmaya terk ediliyor?
Belli ki “süreç”i terörist başı ile müzâkerenin yanlışlığına iktidardakiler de kani. Bu yüzden, yeni bir fiyasko karşısındaki siyasî mâliyetine muhalefeti ortak yapma tuzağı tutmadığından âdeta üç maymun oynanıyor. İmralı’ya giden AKP’li ve MHP’li temsilciler susuyor.
İktidardakilerin panikli “İmralı bocalaması”na karşı “iktidara iliştirilmiş medya”nın telaşlı canhıraş çırpınışları bundan…
TESBİT
“Süreç’ neden ilerlemiyor?”
Tesbit şu ki Saray iktidarının işine yararsa sahiplenip, yaramayıp o kaybettirdiğinde başkaları üzerine atarak işin içinden sıyrılma taktiği “süreç”te de sürüyor. “Olursa bana yarar, olmazsa başkasının üstüne yıkarım” siyasî fırsatçılığı güdülüyor.
Aslında iktidar partisi Genel Başkanı ve yürütmenin başı olarak Cumhurbaşkanı’nın terörist başıyla görüşmeyi peşinen “komisyona havalesi” bunun açık tezâhürüydü.
“Terörsüz Türkiye”den maksadın “Kürt sorunu”nu çözmek ya da “terörü bitirmek” değil, iktidarın kaybettiği oyları ikame oyunu olduğu, İmralı’da “Cumhurbaşkanlığı seçim barajının 50+1’den 40+1 e çekilmesi ve Erdoğan’ın yeniden adaylaştırılmasıyla “daimî başkanlık yolunun açılması”nın ele alınması bunun göstergesi.
Sahi, “görüşmede olumlu sonuçlar alınmış”sa neden kamuoyuna açıklanmıyor?
Bu açıdan, Öcalan’ın yeni bir şey söylemediğini belirten AKP’li Şamil Tayyar’ın ifadesiyle, “süreç’ istendiği gibi neden ilerlemiyor? Suriye’deki YPG sorunu neden çözülemiyor?” soruları soruluyor. (T24, 25.11.25)
Anlaşılan, demokrasinin, adâletin, hak ve hürriyetlerin olmadığı “rey-i vahid-i istibdat”ta - tek adam otoriter rejimi’nde) sorunlar çözülemiyor. Ve milletin rızâsı olmadan hiçbir “süreç” başarılamıyor…
“Bir kişinin iktidarı uğruna…”
“Güvenlik tehditleri mazeret gösterilerek başlatılan ‘süreç’te PKK’nın diğer kolları hiçbir şekilde silah bırakmayacaklarını pek çok vesileyle ilân etmişlerdir. PKK’nın isim ve ambalaj değiştirerek vesâyetinin kurumsallaşmasını sağlamakla, terörist başının huzuruna çıkmakla huzur sağlanamaz. Görünen o ki Türkiye’nin birliği, huzuru, istikrarından daha ziyade her şeyin merkezine bir kişinin iktidarı konuluyor…”
Gültekin Uysal, Demokrat Parti Genel Başkanı
“İstibdâdın esâsı, kanunu kendi keyfine tâbi edebilir…”
“Cumhuriyet ve demokrat mânâsındaki meşrûtiyetin sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir, istibdâdın esâsı, kuvvet şahısta olur, kanunu kendi keyfine tâbî edebilir...”
Bediüzzaman, (Münazarât, 91)