Demokrasi ve adâletin olmadığı hiçbir ülkede barışın olmayacağı gerçeğine rağmen, otoriterleşen, “tek adam rejimi”nde demokrasi ve barışın sağlanmayacağı her gün yeni skandallarla açığa çıkıyor.
Zira Cumhurbaşkanı’nın kendi partisinden isimleri onlarca-yüzlerce milyarlık vahim yolsuzluklara, irtikaba, kamu malını yandaşlara peşkeşe, ihaleye fesad karıştırmaya karışan 8 belediye başkanını tepeden tâlimatla görevden el çektirip yargıdan kaçırılmasına karşı, en ufak bir “duyum”la muhalefete mensup 16 belediye başkanının bürokratlarıyla, belediye çalışanlarıyla aylardır hapiste tutulması vahameti sergileniyor.
Başında bulunduğu bakanlığa yüksek fiyatla dezenfekte satan bakanlara “bakanlığı bıraktırmak”la ya da “altın kaçakçılığı yaptıkları” iddia edilen vekiller partilerinden istifa ettirilmekle yargıdan kurtarılırken, muhalefete mensup seçilmişlerin, paralı trollerin, uydurulmuş “gizli tanıklar”ın “demişlerdi” - “duymuştum” isnatlarıyla gözaltına alınmaları çarpıklığı devam ediyor.
MİLLETİN BİRLİĞİ DİNAMİTLENİYOR
Yine yatarı üç-dört yılı geçmeyen suçlardan muhalefettekilere aylardır tutuklanıp binlerce yıllık cezalar istenirken, iktidar partisi belediyelerinden ve onlarca kamu kurumundan yüzlerce milyarlık dev ihaleler kapan ve halen “suç örgütü lideri” olarak 704 hapis cezasıyla yargılanan müteahhitlerin dışarıda serbestçe dolaşmaları çifte standartlı “ikili yargı” uygulanıyor.
İktidar belediyeleriyle ilgili yüzlerce milyarlık rantın peşkeş çekildiği dev ihalelere dair yüzlerce dosya savcılıklarda bekletilip Bakanlıkça el konulurken, bazıları defalarca denetlenmiş belediyelere yeni yeni soruşturmalar açılıyor. 2352 yıla kadar hapis cezası istenen “iddianameler”le muhalefeti susturma, sindirme ve tasfiye operasyonları dayatılıyor.
Bu arada çoğu açık farkla seçimi kazanmış 56 belediye başkanının, yoğun baskılarla, tehditlerle, “kredi vermeme!”, “şehirlerine hizmet yaptırmama!” şantajlarıyla partilerinden istifa ettirilmeleri bir diğer demokrasi ve hukuk ayıbı olarak duruyor.
AİHM ve Anayasa Mahkemesi’nin defalarca “hak ihlâli” kararlarına rağmen, Anayasaya açıkça aykırı olarak yıllardır seçilmiş siyasetçiler bütün dünyanın gözü önünde hapiste tutuluyor. İktidarı eleştiren, pahalılıktan yakınan bir tweeti atan vatandaşlar derhal derdest ediliyor.
İktidar partisi kurucularının “parsel parsel arazi satmak”la suçladıkları AKP’li başkanların gelirlerinin binlerce katı servetleri, 801 milyar dolara varan “dinozor harcamaları”, bir ilçe belediye başkanının 600 apartman dairesinin kaynağı sorulmazken, muhaliflerin çocuklarının kumbaralarındaki birkaç kuruş soruluyor.
Ve bütün bu haksızlıklar, hukuksuzluklar kutuplaştırmayı daha da derinleştiriyor, milletin birlik ve bütünlüğü dinamitliyor.
KHK HAKSIZLIKLARI GİDERİLMELİ…
Özetle iktidara yakın bazı yazarların ikrarıyla Türkiye’de “demokrasi hukuk açığı” gittikçe büyüyor. Bundandır ki temel hak ve özgürlük alanlarının genişletilmesi büyük önem taşıyor.
Demokratikleşme ve hukukun “süreç”le sınırlı kalmaması; öncelikle adâletin tesisi, temel hak ve hürriyetlerin âcilen hayata geçirilmesi, ifade ve basın özgürlüğünün temini gerekiyor. AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanması icâb ediyor.
Keza “gizli tanık”, iftiracılığa dönüşen “etkin pişmanlık” benzeri hukuk dışı garabetlerin ortadan kaldırılmasıyla âdil yargılanma hakkını ihlâline son verilmesi; ve 15 Temmuz Hâdisesi bahanesiyle 20 Temmuz OHAL KHK’leriyle dayatılan haksızlıkların ve hukuksuzlukların hukuk çerçevesinde yeniden değerlendirilmesi fevkalâde ehemmiyet kazanıyor.
Hâsılı, on sekiz toplantı yapmasına rağmen millet irâdesiyle seçilmiş belediye başkanlarının tutuklanıp yerlerine kayyum atanmasının gündeme dahi gelmediği “süreç komisyonu”yla kalınmamalı; demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel hak ve hürriyetlerin kâmilen kullanılmasıyla anayasal vatandaşlık esası üzerinde yürütülmesi gerekiyor.
Başka da yolu yok…