"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ali Fuat Başgil: Laiklik, Din hürriyetinin teminatıdır

28 Ekim 2021, Perşembe 03:17
LAİKLİĞİ TAASSUPTAN DOĞAN AŞIRILIK VE DÜŞMANLIKLARDAN DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİNİ KORUMADA ESAS KABUL EDEN BAŞGİL, DİNİN DE DEVLETE KARŞI MUHTARİYET İÇİNDE AHLÂKÎ VE MANEVÎ HAYATIN NİZAMI OLARAK HÜKÜM SÜRMESİNİ ÖNGÖRÜR.

DİZİ: LAİKLİK MESELESİ - 1
YENİ ASYA ARAŞTIRMA MERKEZi

İslâm medeniyeti içinde doğmamış, Müslümanların literatürlerinde ancak 1839 yılı civarında görülmeye başlanmış laiklik meselesi hakkında yazmanın zorluğunu, siz değerli okuyucularımız iyi bilirsiniz.

Avrupa’yı ve Asya’yı, Hıristiyanlığı ve Müslümanlığı tarih içindeki süreçleri itibariyle doğru anlayamayanlara veya analiz edemeyenlere, ayrıca bu kelimeyi tamamen farklı manalarda telâkki edenlere yapılacak tavsiyenin; evvelâ bu iki dinin ve bu iki kıt’anın çok boyutlu mukayeselerini, Bediüzzaman Hazretleri’nden okumaları olduğunu peşinen belirtelim. Böyle bir usûlün, konuyu doğru anlamaya büyük katkı sağlayacağını düşünüyoruz.

Önce laikliğin kelime anlamı, doğduğu tarih ve çevre üzerinde duralım. Fransa’nın en önemli üniversitelerinde okumuş, akademik kariyerini Paris’te yapmış; hukukçu Prof. Ali Fuat Başgil’in eserinden hareketle bu kelimenin etimolojik yapısına bakalım: “‘Laique’ latince ‘laicus’ aslından alınmış Fransızca bir kelimedir. Ve lügat manasıyla, ruhanî olmayan kimse, dinî olmayan şey, fikir, müessese, sistem, prensip demektir.” (Din ve Laiklik, s. 151)

Veya, Katolik Kilisesi’ne bağlı olup manastırlara kapanmışlara ya da halk içinde; dinin hizmetinde olmayanlara verilen sıfattır. Kelime daha sonra, “dinin etkin alanına dahil olmayan” manasında da kullanılmıştır. İhtilâl ile birlikte laik devlet; “dinî akidelere ve manalara dayanmayan devlet” olarak anlaşılmış. Devlet; yapı ve hukuk olarak kiliseden tamamen ayrılınca; laik devlet ve laik hukuk adı altında, “kilise dışı idare” olarak, laklik yeni bir mana kazanmış. Paris’ten Avrupa’ya ve dolayısıyla Asya’ya sesini duyurmaya bu hadiselerden sonra başlamış. Osmanlı döneminde bu kelime “ladinî” olarak ifade edilmiş. Avrupaî anlamda laikliğin Osmanlı’daki ilk telâffuzu, 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu’ndan (1 Bilgi) sonraki zamanlara rastlar. Islahat Fermanı’nda (1856) ise; hiçbir dine müdahale edilmemesi, işkenceye ve hakarete müsaade edilmemesi maddeleri vardır. 

Yeni Türkiye’nin anayasasına ise ancak 1937´de girebilmiş laiklik. O tarihten günümüze seksen sene geçmesine rağmen, laikliğin manasını bilen insanlarımız çok çok azınlıktadırlar. 

Laikliği anlayabilmek için, belki de Orta Çağ Kilisesi’nin Avrupa toplumu üzerindeki etkisini ve idaredeki yerini doğru bilmek gerekiyordu. Dini anlamada hiçbir zaman imtiyazlı bir sınıfa sahip olmamış, hukuktaki eşitliği Peygamberimizin (asm) kendisinden ve ailesinden başlayarak gerçekleştirerek sistemleştirdiği İslâm dininde, laikliği anlamak bizim için pek de kolay değildir. Allah’tan korkarak yaşayanın “en üstün insan” olarak nitelendiği bir dinde, laikliğin fonksiyonunu ve misyonunu anlamak da anlatmak da zordur.

Ali Fuat Başgil; laikliği, taassuptan doğan aşırılıktan ve düşmanlıklardan din ve vicdan hürriyetini korumada esas kabul eder ve “Din hürriyetinin günümüzde ancak laik bir devlette yaşayabileceğini” (Din ve Laiklik s. 161) savunur. Din tamamen devletin insafına bırakılmayıp “...buna mukabil, dinin de devlete karşı bir muhtariyet içinde ahlâkî ve manevî hayatın nizamı olarak hüküm sürmesini…” öngörüyor. Dünkü nesebî asabiyetin yerini tutan dinin, tarikatın, siyasetin veya başka bir taassubun; kendisi dışındakileri yok farzetmeye başladığı anda, laikliğin devreye gireceğini söylüyor.

1.1 Laiklik ile Cihad ilişkisi

Cihadın çok geniş, güzeli ve iyiyi tavsiye ve kötülükten uzaklaştırma manasını vicdan hürriyeti perdesi altında kendilerine bir tecavüz kabul edenler; yalnızca kılıç ile cihada değil, bütün maddî ve manevî mücahedelere laikliği eleştirmek suretiyle karşı çıkarlar. Avrupalı dinsizler bilinçli-bilinçsiz, cehaletleriyle cihada hücum ederlerken; elbette ki Müslümanların da Kur’ân’daki ve Hadis’teki cihad sayfalarını, zamanın anlayışına uygun olarak yeniden ortaya çıkarmaları gerekiyordu. Aksi takdirde Avrupa’dan gelen dinsizlik ve ahlâksızlık; laiklik şemsiyesini kullanarak, vicdan hürriyeti rehberliğinde en mahrem köşelerimize kadar kendisine has metodlarla müdahale edecek ve hayatımızın bekası olan çocuklarımızın anarşist, ahlâksız ve canavar şeklinde yetişmelerine ortam hazırlayacaktır.

Art niyetli bazı müsteşriklerle günümüzdeki global saldırgan dinsizler, cihadı “barbarca” bir savaş ve mukatele olarak propaganda ediyorlar. İslâmiyet’in ilk harplerinden itibaren Peygamberimizin (asm) “barış”a giden yoldaki gayretini, söz konusu savaşların müdafaa savaşları olduğunu bazıları bildikleri halde İslâm’a düşmanlıklarını cihadı bahane ederek bir başka boyuta taşımaya çalışıyorlar. Global dinsizlerce organize edilen ve her an idareleri de onların elinde olan bazı terör gruplarına Müslümanca(!) isimler takarak İslâmiyet’i barbar, vahşi, barışa ve hürriyetlere düşman olarak göstermeye çalışıyorlar. Gerçi Hıristiyanlık âleminin liderleri ve Avrupa Kiliseleri Birliği temsilcilerinden önemli Batılı siyasetçilere ve devlet idarecilerine kadar birçok kişi İslâmiyet’in terörle ve savaşla alâkasının olmadığını ve hatta bazıları Müslümanlığın barış dini olduğunu kendi kamuoylarına; semavî dinlere düşman emperyalistlerin rağmına olarak anlatmaya, yeri geldikçe İslâm’ın önemini vurgulayarak halkı bilgilendirmeye çalışıyorlar.

Global anarşizme ve yıkıcı dinsizlik cereyanlarına karşı Müslümanlarla birlikte hareket etme zaruretini anlamış birçok Avrupalı siyasetçinin, yetkilinin ve uzmanın bizim aydınlarımızdan daha çok “İslâm tarihindeki olayları” araştırdıklarını ve bizdekilerden ziyade Kur’ân’daki ve Hadis’teki “doğru Müslümanlığı” vazifeleri icabı tedkik ettiklerini birçok kez müşahede ettiğimizden, şu satırları yazarken kalben mutmain olduğumuzu söyleyebiliriz.

Aşağıya alacağımız bazı örneklerin onların ifadelerinden olduğunu şimdiden belirtelim. Peygamberimizin (asm) komutanlarına savaş esnasındaki talimatları; dinlerinde ve tarihlerinde “savaş hukuku” mefhumu olmayanların dikkatlerini çok çekecektir. 

Peygamberimizin (asm) savaşa gönderdiği komutanına verdiği şu talimat:

“….çocukları sakın öldürmeyiniz. Ve düşman ordusu ile kendi toprakları üstünde harp ederken, rahat duran ahaliyi incitmeyiniz. Kadınlara dokunmayınız, evleri yıkmayınız, tarlaları çiğnemeyiniz, meyveleri harap etmeyiniz, hurma ağaçlarını kesmeyiniz. Gayrimüslimlerin Allah’a kulluk eden rahiplerine ve zahidlerine dokunmayınız.”

Ve Hulefa-i Raşidin’in pişdarı Hz. Ebubekir´in kumandanlara ve valilere tamimi şöyledir:

“Ahaliye işkence etme. Onları faydasız yere ayaklanmaya zorlama. İyi ve âdil ol. Çocukları ve kadınları öldürme. Evlere ve tarlalara dokunma. Düşmanla bir muahede yapınca, şartlara riayet et. Hıristiyan ülkelerde yolun üzerinde rahip ve zahid insanlar göreceksin ki, kiliselerde ve manastırlarda Allah’a ibadet ve duâ ile meşguller. Bunlara işkence etme. Kiliseleri ve manastırları tahrip etme.“

Kur’ân’ın ve Sünnet’in çerçevesinde tam otuz sene boyunca cihad eden Hulefa-i Raşidin’in sistemleştirdiği bir cihad hukuku anlayışı var ki, kıyamete kadar en modern toplumlar oradaki prensiplere muhtaçtırlar düşüncesindeyiz.

Hıristiyanlığın ne bir şeriatı ve ne de bir savaş hukuku nizamnamesi olmadığını da yukarda arz ettik. Tarihleri boyunca zulümle, işkenceyle, mukateleyle, yangınlarla tahrip ve ıztırap ile hem inlemişler ve hem de inletmişler. Hz. Ömer (ra) Kudüs’ü nasıl teslim aldığını, bir Yahudi’nin veya Hıristiyan’ın kılına zarar gelmediğini Avrupalı tarihçiler yazıyorlar. 1 (George Rivöire: Le’Islame en marche, Le mais suisse No: 60, mars 1944, s. 139)

“Kur’ân kuvvetle değil, ikna yoluyla intişar etmiş ve sür’atle yayılmıştır” ile “Müslümanlar mağlûp ettikleri milletleri kendi dinlerini muhafazada serbest bırakmışlardır. Hıristiyanlar fevc fevc Müslümanlığı kabul etmişlerse, bunun sebebini Müslüman fatihlerin gösterdikleri büyük anlayışta ve adalette aramalıdır.“ sözleri, Rahip Michaud’a ve Laura Vecciya Vaglieri’ye ait. Haçlıların başta Kudüs’teki ve onun yolu üzerindeki katliâmlarından bahseden Rahip Michaud, “Hıristiyan milletler hesabına esef ederim ki, bunlar dinî müsaadekârlığı Müslümanlardan öğrenmeye muhtaçtırlar.” diyor.

Dahilde nizaya ve fizikî kuvvete karşı çıkan Bediüzzaman Hazretleri, haricî cihadı da devletlerin nizamî kuvvetlerine havale etmişlerdir. Birçok eserinde ve mektuplarında, ısrarla üzerinde durduğu “müsbet hareket” modeliyle de dahilde kuvvet kullanmayı şiddetle reddediyor. Belki, Efendimiz’in (asm) harpten dönerken işaret ettikleri, kişinin kendi nefsiyle girişeceği “büyük cihadın” Risale-i Nur modelinde öne çıktığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

“Herkes kendi âleminde bir kumandan olduğundan, âlem-i asgarında (nefis âlemi, küçük âlem) cihad-ı ekber (en büyük savaş) ile mükelleftir. Ve ahlâk-ı Ahmediyye (Efendimizin ahlâkı) ile tahalluk (ahlâklanmak) ve Sünnet-i Seniyyeyi ihya (diriltme) ile muvazzaftır. (vazifelidir.)” (Divan-ı Harb-i Örfi, s. 62)

1.2.  Din Hürriyetinin Teminatı Olarak Laiklik

Bunu “doğru İslâmiyet“ düzleminde söylemek çok doğru olmasa da; diğer dinler, inanışlar ve genel mana için kabul edebiliriz. Ali Fuat Başgil, taassubu yalnızca nesebî ve dinî olarak ele almıyor. Siyasî taassuptan bahsederken; bu hareketin merkezinde materyalizmin varlığından bahsediyor. Dünyevî myth’lerin (efsanelerin) bu taassup için uydurulduğunu; sosyalizm, komünizm, faşizm veya nihilizm gibi cereyanların siyasî taassuba dönüşmesini tarihteki büyük felâket olarak kabul ediyor. Dinî taassubun kendisine göre hasbîliğinin olabileceğini, fakat siyasî taassubun sırf menfaat ve hile üzerinde döndüğünü; dinî hürriyetleri bu belâdan korumanın yegâne yolunun da laiklik olduğunu ifade ediyor. 

Bazı araştırmacıların taassup kelimesiyle Asya’yı veya Müslümanları tedai ettirmelerine karşılık Bediüzzaman, taassubu daha çok Avrupa tarihiyle ilişkilendiriyor. İslâmiyet’in geçmiş zamanları tamamıyla ihata edememesinin sebeplerini sayarken:

“Birinci, İkinci, Üçüncü Maniler: Ecnebilerin cehli ve o zamanda vahşetleri ve dinlerine taassuplarıdır. Bu üç mani, marifet ve medeniyetin mehasiniyle kırıldı, dağılmaya başlıyor.” (Hutbe-i Şamiye, s. 34) 

Elbette ki Avrupa Birliği medeniyeti çerçevesinde anlaşılmış ve uygulanan bir laiklikten bahsediyoruz. Yani din ile devletin ayrılması ve devletin dine, dinin de devlet işlerine karışmaması manasındaki laiklikten söz ediyoruz.

“Laik bir devlette hükümet ve idare işleri ve bunları tanzim eden kanun ve kaideler, prensiplerini dinî mülâhazalardan değil, sırf ihtiyaçlardan ve hayat realitelerinden alır.” (Ali Fuat Başgil, Din ve Laiklik, s. 161) 

Hoca´nın ifadesiyle laiklik ne münkirliktir ve ne de din düşmanlığıdır.

Laiklik uygulamasını zorlaştıran veya dindarların bu meseleye uygun yaşamasını problem haline getiren önemli bir noktayı da hoca ifade ediyor:

“Yalnız bu bahiste bir nokta üzerinde iyice anlaşmak lâzım gelir. Dinler, bilhassa İslâmiyet, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, sırf ferdî ve manevî hayatı tanzim etmekle kalmaz; aynı zamanda devlet hayatını ve içtimaî münasebetleri de nizamlar. İslâm dini hem ferdî hayatın manevî mesnedi, hem de Müslümanlar camiasının (topluluğunun) ilâhî nizamıdır. (İlâhî düzen). Eğer din, sırf ibadet ve duâdan ibaret olsaydı, fert hususî hayatında ailesi ve sevdikleri muhitinde dindar kalır, münasebetler hayatında da laik olabilirdi. Halbuki din yalnız ibadet ve duâdan ibaret değil, hem de ahlâk ve hukuktur. İslâmiyet dünya münâsebetlerinin hepsine ve devlet faaliyetlerine dair kaideler vermiştir ki, bunların hey´et-i umumiyesi (geneli) İslâm hukukiyat (İslâm hukukları) ve ahlâkiyâtını (ahlâkları) vücûda getirir. Müslüman vatandaş, dinin yalnız ibadet ahkâmına (hükümlerine) değil, hukukiyat ve ahlâkiyâtına da riayetle (uymakla) mükelleftir.” (Din ve Laiklik, s. 172-173)

DEVAM EDECEK

Okunma Sayısı: 2193
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı