"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Cihad başka, savaş başkadır

19 Ekim 2013, Cumartesi
Cihad başka, savaş başkadır. Cihad herkese, her zaman lâzım ve gerekli iken, kıtal denilen savaş ise haricî tecavüze karşı devlet eliyle yapılır.
Cihad başka, savaş başkadır
 
BİRİNCİ BÖLÜM
GENEL ANLAMI İLE CİHAD

ÖNSÖZ

Cihad, “İlâ-yı Kelimetullah” için hak ve hakikat düşmanları ile mücadele etmek ve bunun için gayret sarf etmektir. Sadece Allah rızası  için, Allah’ın kelâmı olan Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmek ve öğretmek, imanı anlatmak, bunun için sözle, mal ile ve can ile gayret sarf etmek ve bütün gücünü seferber etmek te cihaddır.
İlk cihad “Oku!” emriyle başlamıştır. Tebliğden ibaret olan bu cihad 13-14 yıl devam etmiştir. Hicretin II. senesinde müşriklerle silâhla savaşmak emredilmiştir. Bunun üzerine “Bedir Savaşı” yapılmıştır.
Cihad ayrı, savaş bütün bütün ayrıdır. Cihad her ferdin üzerine yüklenen dinî bir görevdir. Savaş ise haricî tecavüze karşı devletin yetkili organlarında aldığı karar ile devlet güçlerinin yetki, görev ve sorumluluk alanına giren ve günümüzde bütün dünya devletlerini ilgilendi-ren bir husustur. Kur’ân-ı Kerîm’de içerisinde “cihad” ve “mücahede” kelimelerinin geçtiği âyetler her Müslümanın görevi olan cihadı anlatır. Bediüzzaman Hazretleri buna “manevî cihad” adını vermiştir. İçerisinde “kıtal” ve “mukatele” ve türevlerine ait kelimelerinin geçtiği âyetler, doğrudan maddî ve silâhlı olan savaşı anlatmaktadır.
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin mezhep imamları ve müçtehitleri, “Ey iman edenler! Allah’a, Resulüne ve sizden olan meşrû ulü’l-emre itaat edin. Aranızda ihtilâfa düşerseniz, onu Allah’ın kitabına ve Resulünün (asm) sünnetine havale ediniz. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, böylesi sizin için daha hayırlıdır ve neticesi daha güzeldir.” (Nisa Sûresi: 59.) âyetine uyarak devlet eliyle olmayan bir savaş ve kıtali fitne sayarak, dahilde asayişin teminine önem vermişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’e uyarak cihadı kıtalden ayırmışlardır. Cihadı manevî mücahede olarak anlayıp ilimle ve fikirle mücadele etmişler, “Emr-i bil-ma’ruf ve nehy-i ani’l münker,” yani iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama vazifesini en güzel şekilde yapmışlar ve halkı irşada önem vermişlerdir. Asayişi bozan, iç savaşa sebep olan fitnelere alet olmamışlardır. Zamanımızda bazı müfessirler felsefî cereyanlardan etkilenerek Kur’ân’ın emri olan cihad ile yine Kur’ân’da “kıtal” olarak geçen savaşı birbirine karıştırmış; “İslâm’da cihadın gayesi, bâtıl sistemleri yıkıp yerine İslâm nizamını getirmektir.” (Kutup, Seyyid, Fî Zılâli’l-Kur’ân, 1973-İstanbul, 6:427.) diye manevî mücahedeye gereken değeri vermemişlerdir. Bu yanlış anlayış ve kavram kargaşası, nihayet kitleleri “siyasal İslâm” gibi dinin siyasete alet edilmesine ve bundan netice alınamayacağı görüşü de “radikal İslâm” denilen anarşi ve teröre götürmüştür. Günümüzde İslâm dünyasını saran sıkıntının temelinde bu vardır. Bediüzzaman Said Nursî (ra) ise “Dahilde cihad manevîdir.” (Emirdağ Lâhikası, 1998, s. 455.) diyerek işin gerçeğini açıklamış ve Kur’ân’ın yanlış anlaşılmasına engel olmuştur. Bu şekilde Selef-i Salihinin ve Ehli Sünnet ve’l-Cemaatin haklı görüşünün doğruluğunu da izah etmiştir.
“Cihad” kavramını ele alan çalışmamızla, cihad vazifesini bu zamanda nasıl yapmamız gerektiği üzerinde duracağız. Bunun için Kur’ân-ı Kerîm, hadis-i şerifler ve asrımızın âlimi, ahirzamanın müceddidi ve müçtehidi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin ölçüleri çerçevesinde,  “Maddî ve manevî cihad nedir, nasıl anlaşılmalıdır?” gibi hususlar üzerinde duracağız.
Bu mütevazı çalışmanın çok eksikleri olacaktır. Değerli araştırmacılarımız, elbette daha detaylı ve daha güzel çalışmalar yapacaklardır ve yapmalıdırlar.

CİHAD KAVRAMI
Kavram kargaşasının yaşandığı günümüzde İslâm adına cihad ilân ederek kendilerine “Cündullah”, “Hizbullah”, “Mücahidler” “İslâm Savaşçıları” gibi isim ve unvanlar takarak ortaya çıkan sivil ve siyasî örgütler, “Biz Allah’ın emrettiği cihad görevini yapıyoruz. Kâfir ve zalimlere karşı savaşarak Allah’ın dinini ve şeriatını ayakta tutmaya çalışıyoruz.” tarzında mülâhazalarla toplum içinde örgütlenerek devlet ve polisle, zaman zaman askerlerle çatışmalara giriyorlar. Bu yıkıcı faaliyetleriyle de halkın huzur ve düzenini bozuyor, toplumun asayişine zarar veriyor, anarşi ve teröre zemin hazırlıyorlar. Bu gibi çoğu cahil, kuru kalabalıklardan oluşan grup ve hizipleri, dinin ve devletin, İslâm’ın ve Müslümanların düşmanları da kendi sinsi emellerine alet edebiliyorlar. “Dinde hassas, muhakeme-i akliyede noksan” bu grupları İslâm düşmanları basit vaatlerle aldatarak dine zarar verecek şekilde çalıştırıyor ve sonuçta verdikleri zararı ve tahribatı da nazarlara vererek İslâm’a en büyük darbeyi insafsızca vuruyorlar. Sonra maşa olarak kullandıkları bu gurupları da kolayca dağıtıyorlar.
Eğer Kur’ân-ı Kerîm’de emredilen ve istenen şekilde cihad edilmezse; çok zararlı neticeler ve mağlûbiyetler doğabilir ki, yaşadığımız kargaşa da zaten budur. Günümüzün İslâm dünyasında görülen savaşlar, katliâmlar ve eylemler bunu en açık şekilde göstermektedir. Devletler ve ihlâslı Müslümanlar, İslâm dünyasının huzur ve asayişini korumak için bir çıkış yolu arıyorlar, ama bulmakta zorlanıyorlar.
Dinin temeli, “Allah’ın vahdaniyetine, her şeye kadir olduğuna, her yerde hazır ve nazır olduğuna iman” etmektir. İmanın verdiği teslimiyet ile “Allah’ın emirlerine uymak, gönderdiği peygamberine itaat” etmektir. Allah’ın dinini kabul edip ona uyduktan sonra bunda sebat etmek; dininin düşmanları olan başta nefsi ve hevası, sonra şeytanı ve yardımcıları olan din düşmanları ile dini yaşamasına engel olmak isteyenlere karşı dinini, aklını, namusunu, malını ve canını korumaktır. Daha açık bir ifade ile cihad vazifesini yerine getirmektir.
Cihad; namaz, oruç, zekât ve hac gibi her Müslüman ferdin üzerine farz bir ibadettir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen (Enbiya Sûresi: 107.) Peygamberimizin (asm) getirdiği en büyük rahmet, “tevhid esasına dayanan Allah’a iman”dır. Yine onun getirdiği inanç esaslarından olan “ahirete iman” gerek ailede, gerek şehirde ve gerekse memlekette huzurun, emniyet ve asayişin, hukukun ve ahlâkın kaynağıdır. Bütün bunlar bizatihi rahmettir.
Bu düşünce ile rahmet deryasına dalarak imanın ve ibadetin verdiği gönül huzuruna eren her vicdan sahibi Müslümanın bu nimetleri başka insanlarla paylaşmak istememesi düşünülemez. İşte, bir insanın bu imandan aldığı zevk ve şevki, ilim ve irfanı diğer insanlarla paylaşması hadisesine “tebliğ ve cihad” denir. Cihadın dayandığı temel esas işte budur. Yani Müslüman, imanını, ahlâkını ve dinî değerlerini başka insanlarla paylaşmak ve buna mani olan başta nefis ve hevası olmak üzere şeytan ve şeytanlaşmış şerli ve zararlı unsurlarla mücadele etmekle emrolunmuştur.
Cenâb-ı Allah Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurur: “Devamlı yemin eden, aşağılık, daima kusur arayarak insanları kınayan, durmadan söz taşıyarak insanların arasını ayıran, iyiliği engelleyen, mütecaviz, günaha dadanmış, kaba, haşin ve soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine malları ve oğullar vardır diye dünyada bir menfaat elde ederim umudu ile itaat etme.” (Kalem Sûresi: 10-14.)
Bu âyet-i kerimede  yüce Allah kötü vasıflarla muttasıf insanlara uymamak ve onlardan menfaat beklememek gerektiğini belirtmekle beraber, mücahede ve mücadele etmeyi de bilvesile tavsiye etmektedir. Bu anlatılan hususların tamamı cihad kavramı içine giren hususlardır.

1. Cihad ne demektir?

Cihad, lügatte takat, yani güç yetirmek ve meşakkat çekmek anlamına gelir. Terim manası olarak da “Bezlü’l-mechudi fi husuli’l-maksud,” yani maksada ve belirlenen hedefe ulaşmak için bütün gayretini sarf etmek  anlamına gelir. (Dr. Muhammed Hayır Heykel, Beyrut-1997, El- Cihad ve’l-Kıtal Fi Siyaseti’ş-Şeriye, 1:38.) Bu da meşakkat ve sıkıntılara sabır göstererek nefisle, şeytanla, ahlâksızlık olan fısk ve sefahatle, kötülüklerle ve  zulümle ve haricî tecavüze karşı da her nevi mücadeleyi yapmak anlamına gelmektedir. (A.g.e., 1:39.)  
Cihad yine, “cehd ve gayret etmek, bir işte ileri derecede çalışmak ve fazla mesai yapmak” demektir. İlimde ilerleyen insana “müçtehid” denmesinin sebebi budur. Arapça “chd” kökünden gelen bu kelimenin mastarı “mücahede”dir. Dolayısıyla da dinde cihadın manası, “Allah için, Allah yolunda gayret göstermek, dini tebliğ ve irşatta Kur’ân’ın gösterdiği ve Resulünün takip ettiği yolda son derece gayretli hareket ederek din-i mübin-i İslâm’a hizmet etmek”  anlamına gelmektedir.
Peygamberimiz (asm) bu manada, “Muhacir kötülükten kaçandır; mücahid ise nefsinin kötü arzularıyla mücahede edendir.” (Fethu’r-Rabbani, 4:10; Feyzü’l-Kadir, 2:31.) buyurmuşlardır. Allah yolunda cihad, fiilen mücadele şeklinde olduğu gibi; yardım etmek, mal ve silâh temin etmek, yiyecek ve giyecek hazırlamak, tedavi etmek, İslâm ordusunun sayısını arttırmak gibi hususları da kapsamaktadır. (Bilmen, Ömer Nasuhi, Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu, 1985-Bilmen Yayınları, 3:354.)
Bu durumda cihad, maksada ulaşmak için sabırla, gayretle, meşakkatlere katlanarak çalışmak anlamına da gelmektedir. Dini tebliğ ve insanları irşat ile beraber, nefis ve şeytanla mücadelede ve toplumdaki kötülükleri ve zulmü defetmek için azamî gayret sarf etmek gibi manaların tamamı, cihad kavramı ile ifade edilmektedir.
Ülke içinde cihadın, yöneticilerin ve idarî mekanizmanın toplumun asayişini koruyarak, müsbet manada eğitim ve öğretim yoluyla, âlimlerin ve vaizlerin vaaz ve irşatları ile yapılması gerekir. Bireylerin cihadı da nefisleri ile ve kendilerini kötülüğe sevk edecek şeytan ve şeytanın yardımcıları olan kötülüklerle mücadele etmeleri şeklindedir. Gerçek manada “iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama” şeklinde olmalıdır.
Silâhlı mücadele, Kur’ân-ı Kerîm’de “kıtal” kelimesi ile ifade edilmiştir. Kıtal, savaş anlamına gelmektedir ki, bu görevi yüce Allah yöneticilere, bu günkü anlamı ile devleti yöneten güçlere vermiştir. Ülke içinde silâh kullanma hakkı dinen de, hukuken de devlete aittir. Bireylerin silâh taşımaları da ancak devletin müsaadesine bağlıdır. Kur’ân-ı Kerîm bütün bunları dikkate aldığı içindir ki, cihad ile savaşı ayırmış ve kıtal dediği savaşla ilgili hususları “kıtal” kelimesinin geçtiği âyetlerle açıklamıştır. Kur’ân barışı esas aldığı için kıtal kökünden gelen kelimelerin bulunduğu âyetlerin çoğu ise “Savaş Hukuku” ile ilgilidir. O da “Savaşta aşırıya kaçmayın, barışmak isterlerse hemen barışın, anlaşmaları bozmayın ve haksızlık yapmayın!” şeklindeki ikazları ihtiva etmektedir.
Netice: Cihad başka, savaş başkadır. Cihad herkese, her zaman lâzım ve gerekli iken, kıtal denilen savaş ise haricî tecavüze karşı devlet eliyle yapılır.

2. Cihad vazifesinin kapsamı

Cihad, Allah’ın Müslümanlara ait mühim bir emridir. Bu sebeple farz bir görevdir. Allah’ın emirleri bütün zamanlara, iman eden bütün toplumlara ve toplumun bütün kesimlerine şamildir. Cihad vazifesi terk edilirse, o toplum zillet ve hakarete uğrar, toplumda şerir insanlar makam ve mevki sahibi olur, her türlü kötülük yaygınlaşır ve o toplum başka milletlerin esiri olur. 
Peygamberimiz (asm), “Cihad kıyamete kadar geçerli bir ibadettir. Şayet cihad vazifesi terk edilirse, Müslümanlar zillet ve hakarete uğrar. Cihad vazifesi hakkı ile yerinde ve zamanında, şartlarına uygun olarak  yapılırsa, âlemde Allah’ın adı yücelir, İslâmiyet izzet ve şerefini muhafaza eder, Müslümanlar da izzet ve şerefle yaşarlar.” (Büluğu’l-Meram, 4: 99; Ramuz, 1:142.) buyurmuşlardır.
Cihad her nevi fitneye ve fesada, kötülük ve çirkinliğe, zulüm ve isyana karşı mücadele etmektir. Bu vazife hem ferdi hem de ferdi koruma vazifesini üzerine alan idareci ve devleti ilgilendiren bir husustur. Ancak bunun sınırlarını iyi belirlememiz gerekmektedir. Nitekim Peygamberimiz (asm), “Bir kötülük gördüğünüz zaman düzeltin; buna gücünüz yetmezse dilinizle düzeltmeye çalışın; buna da güç yetiremezseniz hiç olmazsa o kötülüğe kalben taraftar olmayınız. Bu ise imanın en zayıf mertebesidir.” (Müslim, İman, 78.) buyurarak kötülüğe karşı mücadelenin herkesin vazifesi olduğunu veciz bir şekilde ifade etmişlerdir.
Bu hadisi izah eden İslâm bilginleri, “El ile düzeltme işi ümeranın, yani devletin; dil ile düzeltmeye çalışmak ulemanın, yani eğitim ve öğretim ile uğraşanların; kalben taraftar olmamak ise halkın vazifesidir.” (Fetevay-ı Hindiye, 5: 352; Kadıhan, 3:429; Bezzaziye, 6:356.) demişlerdir. Buna göre devlet, polisi ve askeri ile içerden ve dışardan gelen her nevi zulüm ve fesadı önlemek ve tedbir almakla yükümlüdür. Devletin varlık sebebi ve aslî görevi güvenlik, asayiş ve adalettir. Bu görev idareciye, yine Allah tarafından yüklenmiştir.
Bunlardan anlaşılıyor ki, cihad vazifesi hem idarî, hem kazaî, yani yargıya ait, hem de terbiyevî, yani eğitim ve öğretime, vaaz ve irşada taallûk eden mühim bir vazifedir. (İbn-i Haldun, Mukaddime, 3:608; Gazali, İhya, 2:324.) Ancak herkes kendi sınırları içinde kalarak vazifesini bihakkın yaparsa her şey düzenli yürür. Şayet, “Cihad vazifesini yapacağım, kötülüğü elimle düzelteceğim...” diye halk suç işleyenleri cezalandırmaya kalkar, kendisini devletin yerine koyarsa, fitne ve anarşi başlar. Yine bilgisi ve yetkisi  olmayan kimse dil ile düzelteceğim diye olur-olmaz konuşursa, o zaman da yanlış bilgilerle halkı ifsat etmiş, yeni bir karışıklığa sebep olmuş olur.
“Din nasihattir.” (Müslim, İman, 95; Tirmizi, Birr, 17; Ebu Davud, Edep, 59.) Bu görev, ancak bilginlerin yapması gereken bir husustur. Nitekim İslâm bilginleri ihtisasa önem vermişler; “Âlim olup neyi emredeceğini ve neden nehyedeceğini kesin olarak bilmedikçe, sakın emretme ve nehyetme işine girmeyin!” demişlerdir. Bu sözleriyle ihtisas sahibi olmayanların nasihate ehil olmadıklarını ifade etmişlerdir.
Yine, Peygamberimiz (asm), “Ahir zamanda şeytan âlim sıfatında yeryüzünde dolaşır. Sizler her âlimin meclisine oturmayın. Ancak beş şeyden beş şeye çağıran âlimin meclisine oturun, istifade edin: Şüpheden yakîne (iman-ı tahkikiye), kibirden tevazuya, düşmanlıktan kardeşliğe, riyadan ihlâsa, dünyadan zühde ve ahirete çağıran gerçek âlimlerdir. Onların sohbetlerine katılın ve istifade edin.” (Gazali, İhya, Tercüme: Ali Aslan, 1971, s.1:329.)  buyurmuşlardır.
Bu hadislerden anlaşılan odur ki, toplumda barış ve huzuru, asayiş ve emniyeti, itimat ve güveni sağlamak için fertler, kurumlar ve devlet beraber hareket etmelidir. Aynı amaç etrafında herkes üzerine düşen vazifeyi hakkıyla yapmalı, birbirlerine yardımcı olmalı, ama birbirlerinin sahalarına girmemelidirler. O zaman dinimizin istediği cihad vazifesi hakkıyla yapılmış olur.

3. Bireye ait cihad görevi: (manevî cihad)

Bireyin, yani fert olarak her bir Müslümanın üzerine vazife olan cihad görevi “manevî cihad” kavramı ile ifadesini bulur. Manevî cihad kavramı Peygamberimizin (asm) Mekke dönemindeki manevî mücadelesini anlatır. Manevî cihad, mühim bir tebliğ, davet ve irşat görevidir. Kişinin nefis ve şeytanla manevî mücadelesini de ifade eder. Bu kavram ilk olarak Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri tarafından kullanılmıştır. (Divan-ı Harb-i Örfî, 64; Emirdağ Lâhikası, 458.) Bediüzzaman, ”Dahildeki  cihad-ı manevî, manevî tahribata karşı çalışmaktır ki, maddî değil, manevî hizmetler lâzımdır.” (Emirdağ Lâhikası, 458.) diyerek bunu veciz bir şekilde ifade etmişlerdir.
Cihadı her hal ve durumda savaş olarak anlayan ve manevî cihadın önemini kavrayamayanlar, cihad kavramına yanlış anlam yükledikleri gibi, İslâm’ın da yanlış tanıtılmasına sebep olmaktadırlar. Böyle bir anlayış İslâm’a  ve Müslümanlara faydadan çok zarar vermektedir. Günümüz İslâm dünyası buna en güzel şahittir.
Gerçekte manevî cihad dediğimiz “iyiliği emretme ve kötülükten nehyetme görevi” savaştan çok daha önemli bir görevdir. Nitekim Hz. Ebu Bekir (ra) bir gün Peygamberimize (asm), “Yâ Resulallah (asm), müşriklerle kıtalden (savaştan) başka cihad var mıdır?” diye sordu.
Peygamberimiz (asm) buyurdular:
“Evet, yâ Ebâ Bekir. Allah’ın yer yüzünde şehitlerden daha değerli kulları vardır. Hak Tealâ semada meleklere onlarla iftihar eder ve Cenneti onlar için süsler.”
Hz. Ebu Bekir (ra) sordu:
“Yâ Resulallah, onların vasıfları nelerdir, tâ biz de onlar gibi olalım?”
Resul-i Ekrem (asm) buyurdular:
“Onlar iyiliği emrederler ve kötülüğü yasaklarlar. Salihlere muhabbet ederler, fâsık ve  fâcirlere buğz ederler. Allah’a yemin ederim ki, Cennette onların şehitlerin köşklerinden güzel köşkleri vardır.” (Tefsir-i Tıbyan, Al-i İmran Sûresi, 104. âyetin tefsiri, s.186.) buyurdular.
Bu hadis-i şerif bize haber veriyor ki gerçek cihad iyiliği emretmek ve insanları kötülüklerden sakındırmaktır. Savaşın amacı da budur. Şayet savaş yapılamadan kötülük defedilecek ve zulüm önlenecekse, savaşmak büyük bir cinayettir.
İslâm, “silm,” yani barış manasını ifade ettiği gibi, insanları toptan barışa davet eden bir dindir. Yüce Allah, “Hepiniz silme, barışa gelin.” (Bakara Sûresi: 208.) ferman eder. Bunun için savaş istenmez. Peygamberimiz (asm), mütecaviz olmayanlara karşı savaş ilân etmemişlerdir. Ancak, “nefsi muhafaza,  malı muhafaza, namusu muhafaza, dini muhafaza ve namusu muhafaza” için mütecaviz, hariçten vatanımıza hücum eden düşmanlara karşı devlet, yani idareciler vasıtası ile savaş ilân etmiştir.
Nitekim Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuşlardır: “Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyiniz. Mecbur kaldığınız zaman da sabır ve sebat ediniz. Allah’tan daima barış ve esenlik dileyiniz. Ancak bütün çabalarınıza rağmen savaşa mecbur kalırsanız şunu bilin ki, Cennet kılıçların gölgesi altındadır.” (Buhari, Cihad, 112; Müslim, Cihad, 19.) Hadis-i şerifin tamamı böyle iken sadece, “Cennet  kılıçların gölgesi altındadır.” cümlesi ile hüküm vermek doğru değildir.
Hz. Ebu Bekir’in (ra) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (asm), “Bütün iyilikler cihadın yanında denizden bir damla gibidir. Emr-i bi’l-ma’rufun, yani iyiliği emretmenin yanında cihad da denizden bir damla gibidir.” (İmam-ı Gazali, Kimyayı Saadet, s.343.) Bütün bu rivayetler gösteriyor ki, asıl cihad manevî olarak ilimle, fikirle ve İslâm’ı en güzel şekilde insanlara tebliğ etmek, iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamakla yapılandır. Cihadın hakikati ve her Müslümana yüklediği görev, budur.

DEVAM EDECEK
İSLÂM’DA CİHAD
M. ALİ KAYA
Okunma Sayısı: 6581
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • mucahid

    5.12.2013 00:00:00

    sayın mehmet ali kaya hocam benim dikkatimi en çok celb eden durum başlıkta kullandığınız sözdür cihad başka savaş başka belki ben anlamadım ama hem başlıkta hemd de yazınızın ilgili kısmında gayri islami hükümlerle yönetilien bir toplumun bundan dolayı savaşmalarının cihad olmadığını mı söylüyorsunuz. günümüzde ülkemizde ne zaman cihad lafı çıksa veya tartışılsa buna karşı olanlar hemen sizin dediğiniz gibi yapıyor en büyük cihad nefisledir şimdi cihad ilimle yapılır devamını siz getirin artık ama anlayamadığım husus can ve malla savaşarak cihad etmek nefisle yapılan bir savaş değil mi nefise candan ve maldan daha tatlı ne vardır ki ğayri bir husus da şudur şuan da israilin filistine yaptığı zülüm acaba filistinli oldukları için mi yoksa filistinli müslüman oldukları için mi yapılıyor eğer filistinli müslümanlar oldukları için yapılıyorsa ki buna şuphe zaten yoktur o halde biz im türkiye olarak cihad etmemek için nasıl bir nedenimiz veya bahanemiz var.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı