"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İslam dünyasının dertlerine çare Risale-i Nur’da var

26 Aralık 2020, Cumartesi 01:00
Veysel Kasar: “Tarihi süreç içersinde bugüne aktarılan İslâm dünyasındaki çeşitli meselelerle birlikte bugünkü meseleleri de çözebilecek tarzı, dili, usûl ve metodu Risale-i Nur’da bulmak mümkün. Bu tür programların da buna hizmet etmesini diliyorum.”

“Tarihî Süreçte Din Devlet ve Cemaat İlişkileri, Problemler/Çözümler” Paneli

—DÜNDEN DEVAM—

VEYSEL KASAR: İslâm dünyasının dertlerine çare Risale-i Nur’da var

Veysel Kasar kendisine yöneltilen “Bugün dinî grupların, cemaatlerin; siyasete ve devlete bakış açıları ve farklı yorumları üzerinden birbirlerini tekfir edecek düzeyde kutuplaştığını ve ayrıştığını görüyoruz. Bunun ortadan kalkması için neler önerirsiniz? 

Risale-i Nur’un bu hususlardaki yaklaşımını ortaya koyabilir misiniz?” sorusu üzerine de şunları söyledi:

“Bediüzzaman Hazretleri’nin de bu Selef çizgisinin gelmiş olduğu noktayla ilgili tesbitleri var. Vahhabilik’ten türeyen birtakım akımların dünyada şu anda Müslümanları diğer devletleri de rahatsız edici duruma gelmeleri söz konusu. Risale-i Nur’da bu durumla ilgili çözüm önerileri de söz konusu. Mektubat’ta ve Lâhikalarda bazı yerlerde bulunan bahisler var biliyorsunuz. Bediüzzaman’ın bugün gelinen nokta itibariyle Selefiliğin yanlışlara yönelmesine karşılık çok ciddî uyarıları var. Ve yine kader noktasında da bütün Ehl-i Sünnet Müslümanlarını ilgilendirdiğini düşündüğüm birkaç tane tesbiti var. Bunların dikkatle okunması ve anlatılması gerekir. Zaman daraldığı için şu anda sadece muhtevasından bahsederek bunu geçmek istiyorum. Meselâ Mektubat’ta yer alan Vahhabilik’le ilgili kısım çok önemlidir. Burada gerçekten çok güzel tesbitler var. 

Bir de Selefi yapıların gelmiş olduğu noktanın nereden kaynaklandığına dair birkaç tane hususa temas etmek istiyorum. Bu hareketlerin günümüzde terörle anılmasında onların iman-amel ilişkisine dair görüşlerinin etkisi vardır. Diğeri de İbn Teymiyye ve taraftarlarına vurgulanan tevhit nazariyesidir. Ondan önceki İslâm âlimlerinin özellikle de kelâmcıların ve akide konularını tanzim eden muhakkik âlimlerin kitaplarında yer almayan bir açıklaması var. Onlar tevhidi, tevhid-i rububiyet ve tevhid-i ubudiyet veya tevhid-i ibadet olarak ele alır. Bunun uzantısı olarak ibadet ve amelde kusurlu olmayı kolayca şirk ve küfre nisbet ederek anlatırlar. Bu da Müslümanların büyük çoğunluğunu kâfir ilân ederek onlara karşı savaşı ve katli netice verir. Bu görüşlerin  burada dikkate değer bir şekilde anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Bu şekilde bir tevhid anlayışı İslâm âlimlerinin geneli tarafından ortaya konmamıştır. Bu bir aşırılıktır. İbn Teymiye kitaplarında tevhid-i rububiyeti hepimizin anladığı şekilde, Cenab-ı Hakk’a ait olan Rububiyet şekli olarak anlatır. Bir de tevhid-i uluhiyet var. İbn-i Teymiye’nin Tevhid-i uluhiyetten kastı da tevhit-i ibadet ve uluhiyet kavramlarını kullanarak kastettiğidir. Yani ibadetlerde, insanların uygulamalarında yaptığı bütün işlerde sadece Allah’ı kastetmesi ve amelleriyle yüce Allah’ı tevhit etmesidir. Ona göre burada eksik, aksak, yanlış ve ihmal tevhidi tamamıyla bozmaktadır. O inanca uygun olmayan bir amel meydana geldiği zaman, bu ihmalin tevhidi bozacağını söylüyor. 

Bu İslâm âlimlerinin genelinde olmayan bir yaklaşım tarzıdır. Teymiye’nin Selefin böyle bir tevhidi önemsediğini ya da ön plana çıkardığını iddia etmesinin şöyle bir tehlikesi var. Bir takım Selefi hareketlerin insanların amellerindeki eksiklik sebebiyle onları müşrik ilân etmesi bundan kaynaklanmakta ve bu da çatışmayı doğurmaktadır. Bu yaklaşımla ameldeki eksikliklerden dolayı onları müşrik ilân ederek onlara karşı savaşı caiz görmesi, onların malını, mülkünü, namusunu helâl görmesi kanlı çatışmaları da doğuruyor. Bu tehlike bütün Müslümanları rahatsız ediyor ve bu çok yanlış bir olaydır.  Bu yanlışın temelden anlaşılması ve onlara karşı Müslümanların uyanık olması gerektiğini ve bütün ehl-i sünnet cemaatlerinin dikkatli olması gerektiğini ifade etmek istiyorum. Tevhid-i esma ve sıfatla ilgili bu yanlışları onların bilmesi gerekir. Bir de akıl ve nakil ilişkisi konusunda bazı görüşler var. Geçmişten günümüze ehl-i sünnet kelâmının olgunlaştığı zamanlardan itibaren bütün Müslüman âlimlerinin kabul ettiği bazı gerçeklere rağmen farklı bir yöneliş ve bir açıklamaları var. Aklı hiçbir şekilde şeriatla ilgili meselelerde delil kabul etmeme ve aklı delil olmaktan çıkaran bir insan veya bir grup ondan sonra elindeki âyetin, hadisin sadece zahirine göre ahkâm üretme, hüküm üretme aşamasına geçiyor. Dolayısıyla aşırı bir katı zahirperestlik ortaya çıkıyor. Bu, insanların hal, hareket ve tavırlarını şirke nispet etmeye kadar gidiyor. Her şeyi bid’at saymak, bütün Müslümanların akılla, mantıkla, tecrübeyle elde ettikleri birikimlerini yok saymak suretiyle Müslümanları ayrıştırma, Müslümanları ötekileştirme… bu da çok büyük bir tehlikedir ve bu da şu andaki bir takım hareketlerin odak merkezinde yer almaktadır. 

Bu yönüyle bunlar Müslümanları da rahatsız eden bir konumdadırlar. Çünkü bu tür yaklaşımlar şiddeti de doğuruyor ve Müslümanların terörle beraber anılmasına maalesef zemin teşkil ediyor. 

Halbuki bunların ilmi olarak temeli yoktur. İbn Teymiye, ne yazık ki kendisi çok büyük bir âlim olmakla birlikte, onun görüşlerine isnatla bazı yanlışları bazı gruplar yapıyorlar. Bu da kullanılarak, afişe edilerek Müslümanların genelinin görüşü buymuş gibi takdim ediliyor. 

Risale-i Nur’un en önemli prensiplerinden biri müsbet harekettir

Bediüzzaman Said Nursî’nin akıl ve nakil konusuyla beraber Vahhabilik, tekfir meselesiyle ilgili söyledikleri ve bu konulardaki uyarıları gerçekten burada çok önemli. Bid’alara karşı onların bazen aşırı hareketlere düşmüş olması, Vahhabilerin kuvvetlenmesine, Selefi akımların birtakım aşırılıklara gitmesine sebep olduğunu ifade ediyor. Bu zahiri hareketlerden dolayı da tekfircilik hastalığı çok aşırı bir şekilde onlarda artmış durumda. Burada özet olarak şunu söylemek istiyorum. Tekfir konusunda İslâm âlimleri çok büyük hassasiyet göstermişler. Kelâm âlimlerinin tekfirle ilgili açıklamaları, izahları, Kur’ân ve Sünnet’e, Peygamber Efendimizin (asm) uygulamalarına dayanarak yapılmıştır; bu konuda tabiri caiz ise, kılı kırk yaran bir hassasiyet göstermişlerdir. Yani bir Müslüman’ın tekfir edilmesi en zor olaylardan bir tanesidir. Nübüvvet, vahdet, tevhid konularında açık bir şekilde itirazı olmadığı müddetçe günahıyla, hatasıyla insanların tekfir edilmemesi konusunda âlimlerin bir ittifakı var. Fakat bunlar çok basit sebeplerle Müslümanları tekfir etme cihetine gidiyorlar. Bu da bütün ehl-i sünnet ve cemaati zor duruma düşürüyor.

Risale-i Nur’un en önemli prensiplerinden biri müsbet harekettir. Bu günümüzdeki bu tür aşırılıklardan beslenen meseleleri çözecek bir yaklaşımdır. Bediüzzaman Hazretleri’nin ehl-i bid’a olan yani Mutezile, Müşebbiye gibi fırkaları bile tekfir etmeme konusunda tavsiyeleri var. Bediüzzaman’ın hurafelere karşı mahal teşkil etmemesi için kendi kabrinin gizli tutulması arzusunun da bu konuda önemli olduğunu ifade etmek istiyorum. 

Sonuç olarak tarihi süreç içersinde bugüne aktarılan İslâm dünyasındaki çeşitli meselelerle birlikte bugünkü meseleleri de çözebilecek tarzı, dili, usûl ve metodu Risale-i Nur’da bulmak mümkün. Bu tür programların da buna hizmet etmesini diliyorum.

Hüseyin Kurt: Bediüzzaman da tasavvufu yeniden yorumlamıştır

 

Programın ikinci konuşmacısı Ahi Evran Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hüseyin Kurt, kendisine yöneltilen “Tarikat kavramının özü nedir? Çıkış noktaları ve amacı nedir? Tasavvufî değerler ile bugünkü tarikatların geldiği nokta uyuşmakta mıdır?  Risale-i Nur’da bu mesele nasıl değerlendirilmiştir?” sorularını cevaplandırdı. 

Tasavvufun Tebe-i Tabiinden sonra ortaya çıkmaya başlamış, İslâmî değerlerle örülmüş bir zühd hareketi olduğunu söyleyen Hüseyin Kurt, bu hareketin Peygamberimizin (asm) şahsında ve yaşayışından bulduğumuz davranışlarının tümünü örnek alan bir zühd hareketi olarak günümüze kadar geldiğini belirtti. Tasavvufun Peygamber Efendimizin (asm) şahsında temsil ettiği İslâm’ın ruh hayatını ve Peygamberimizin (asm) manevî otoritesini temsil ettiğini, Peygamberimizin (asm) örnek kişiliğinin ve ahlâkının örnek alınarak oluştuğunu ve bunu hayata geçirmeye çalışan bir hal ilmi olduğunu ifade etti. 

Kurt sözlerine şöyle devam etti: 

“Cebrail’in (asm) “İslâm nedir, iman nedir, ihsan nedir?” gibi Peygamberimize (asm) sorduğu soruda Peygamberimiz (asm) ihsanı Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmek gibi şeklinde cevaplandırır. Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etme tahkiki iman derecesi olarak ifade edilir. Sahabeler ve sonra gelenler Peygamber Efendimizin (asm) sözlerini anlayıp hayata geçirme konusunda çok hassastılar. Daha sonraki süreçte bu Cibril hadisin her bir kelimesini inceleyen ilim dalları ortaya çıkmış; hadiste geçen İslâm fıkhın konusu, iman kelâm ve akaidin konusu, ‘ihsan’ da tasavvufun konusu olmuştur. İslâm manevî meseleleri, kalple ilgili, batınla ilgili hususlar bu alanda incelenmiştir. Manevî konuları; teslimiyet, şükür, tevekkül, rıza, sabır, gibi konuları ihsan içinde toplayabiliriz. Bu kavramlar da yine Peygamberimizin (asm) hayatı, bu konulardaki yaşayışı örnek alınarak hayata aktarılmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda da Tasavvuf zühd hareketleri ile başlamıştır. Bunu Peygamberimizin (asm) ve Sahabenin hayatında görebiliriz. 

Tasavvuf yün giyenler manasında saff-ı evvel, ashab-ı suffe, saffet kelimelerinde rastladığımız sûf (yün) kelimesinden gelmekte ve birçok tanımı yapılmaktadır. Bu kavramla ilgili “Kalp temizliğidir, istikamettir, teslimiyettir, güzel ahlâktır, zühd hareketidir” gibi birçok tarifle karşılaşabiliriz. En vurgulanan hususlardan biri de tasavvufun nefis tezkiyesi olduğu tanımıdır. 

“Her şeyden kesilerek tam anlamıyla Allah’a yönel” âyeti kerimesi ile zühd kelimesi açıklanmaktadır. Peygamberimizin (asm) “Ya Resulullah bana öyle bir amel göster ki onu işlediğim zaman hem Hak hem halk sevsin” şeklindeki bir soruya “dünyaya karşı zahid ol ki Allah tarafından sevilesin insanların ellerindekilere karşı zahid ol ki onlar tarafından sevilesin” şeklindeki cevabı zühd kelimesini açıklamaktadır. 

Tasavvufun tanımlarından biri de istikamettir. Bu da “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” âyetine dayandırılır. Yine “Takva üzerine olunuz ki Allah size öğretsin, eğer takva üzere olursanız Allah size Furkan, iyi ve kötüyü ayırt eden bir nur verir” buyrulmuştur. Bunun gibi birçok âyet ve hadis tasavvufun dayandığı kaynakları teşkil eder. 

Son devir Ezher Şeyhlerinden Abdulkerim Mahmud tasavvufu şöyle açıklamaktadır: “Tasavvuf safa ve müşahededir. Çünkü safa kalp tasfiyesini ve onun için gerekli olan ibadet, zühd, mücahede, ihlâs, teslimiyet ve hakka yönelmek gibi konuların hepsini içine almaktadır. Müşahede sufilere ait her türlü ruhî tecrübe manevî ahval ve keşfi bilgilerle marifet-i ilahiye konuları bulunmaktadır.” 

“Tasavvufun gayesi nedir?” sorusuna kısaca şöyle cevap verilebilir: Peygamberimiz (asm)  “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurmaktadır. Tasavvuf, insanda güzel ahlâkı öne çıkarıp kötü huyları yok etmek, insanı insan-ı kâmil derecesine çıkarmak için çalışan bir metodu ifade eder. Allah’ın dışındaki varlıklara duyulan gönülden ilişiği keserek Kitap ve Sünnet’e tam bir bağlılıkla Allah’ın rızasına ve hoşnutluğuna ulaşmayı amaçlamak ve kötü huy ve davranışları terk ederek Allah’ın iradesine tam teslim olmak da tasavvufun amaçlarını açıklamaktadır. Gazali de tasavvufu “kalbi hakka bağlayıp masiva ile ilgiyi kesmek” şeklinde tarif etmiştir.

Tasavvufun ortak ekolleri olan tarikat ise tasavvufun amaçladığı neticeleri elde etmek için izlenen yol ve uygulanan yöntem demektir. Bu anlamda tarikatler tasavvufun eğitim kurumlarıdır ve İslâm’ın anlatılmasında, bilhassa Türklerin İslâm’ı kabul etmesinde, Anadolu’nun İslâmlaşmasında, İslâm ahlâkının öğretilmesinde ve yaygınlaştırılmasında önemli roller üstlenmişlerdir. Ahmet Yesevi’den başlayarak Yunus Emreler, Hacı Bektaş Veliler, Mevlânâlarda bu hizmeti görüyoruz. Tasavvuf ekolleri ile İslâm öğretilmiş ve yayılmıştır. Bunun yanında tarikatlerin sosyal fonksiyonlarını üstlenen tekkeleri görüyoruz. Sosyal hayatın içinde olan tekkelerin pek çok alanda sosyal hizmetler ürettiğine şahit oluyoruz. Ayrıca fütüvvet ve ahilik dediğimiz esnaf teşkilâtları şeklinde yapılanmalar ahlâkî bir sistem olarak da büyük hizmetlerde bulunmuşlardır.”   

Hüseyin Kurt “Tasavvuf değerler ile günümüzdeki hareketlerin kıyaslanması konusunda neler söyleyebilirsiniz” sorusunu da şöyle cevaplayarak sözlerini bitirdi : 

“Önemli bir kurum olan tarikatlarda da zamanla değişik vesilelerle siyasî mülâhaza ya da maddî meseleler yüzünden bazı bozulmaların olduğunu görüyoruz, bu da tenkit sebebi oluyor. Tasavvufa en büyük tenkidi yine mutasavvıflar yapmışlardır. Ebu Serrac Kuşeyri gibi isimler başlangıçtan itibaren tenkit etmişlerdir. Usûl, esas ve teferruatta hata edenler şeklinde eleştirileri olmuştur. Aynı eleştiriler çerçevesinde el Kelabâzî’den küçük bir bahis okumak istiyorum. “Nihayet mana gitti isim kaldı, hakikat kayboldu şekil kaldı, hakikati aramak bir süs, onu tasdik etmek bir zinet haline geldi, tasavvuftan anlamayanlar sufilik iddiasına kalkıştı. Tasavvufu dilleriyle kabul edenler davranışlarıyla bu yolu inkâr etti.” Günümüzde de bu sözü aynen kullanmak mümkündür. Öz aynen durduğu halde liyakatsiz insanların elinde bu öz kaybolmuştur. Ne yazık ki bazı siyasî noktadaki yaklaşımlar da bu özün kaybolmasına sebep olmuştur. 

Tarikatlarda esasında önemli olan dünye- vî bir maksat yoktur, asıl olan Rıza-i İlâhidir. Asıl amaç Allah’a kulluk ve güzel ahlâktır, tahkikî imanı elde etmek, nihayetinde marifetullah ve muhabbetullahı elde etmektir. Bediüzzaman da tasavvufu yeniden yorumlamıştır. Bediüzzaman İmam-ı Rabbanî’nin “Hakaik-i imaniyeden bir meselenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim.’ Hem demiş ki: ‘Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır.’ ” sözlerine yer vererek Risale-i Nur’un bu zamanda tasavvufun temel hedeflerini bu asrın özelliklerine uygun tarzda yerine  getirdiğini vurgulamıştır.  Tasavvufu Kur’ân’ın hakikatlerine mazhariyet olarak ifade eden Bediüzzaman’ın düşüncesinde, topyekûn bakıldığında tasavvuf önemli bir yer tutar. Kur’ân ve Sünnet’ten sonra gelir. Bediüzzaman, Geylanî ve Rabbanî’den istifade etmiştir. Kendisine tasavvuf dersi verip vermediği sorulduğunda ise çağın şartlarını göz önünde bulundurarak “Zarurî ve elzem olan İslâm’dır, hakaik-i imaniyedir, zaman tarikat zamanı değil, hakikat zamanıdır” demiştir. 

Tarikatların günümüzde fonksiyonları devam ediyor. Cumhuriyet döneminde bildiğiniz gibi bu kurumlar yasaklanmıştır; ama bir kanunî çerçevede tekrar serbest olması, meclis-i meşayih gibi bir otokontrol çerçevesinde faaliyetlerinde bulunması onların saygınlığının korunması açısından önemlidir diye düşünüyorum. 

Bediüzzaman’ın hakikat zamanı demesi bu asır açısından önemlidir. Çünkü eskiden tarikatla iman korunduğu halde günümüzün çeşitli felsefi yaklaşımları ve sosyal değişimleri sebebiyle bunun azaldığını görüyoruz. Eskiden tarikatlar yoluyla sağlanan imanı koruma meselesini Risale-i Nur, Kur’ân’a dayalı orijinal yolla sağlamaktadır. Risale-i Nur’un bazı temel prensipleri de bu açıdan önemlidir. Meselâ acz, fakr şefkat ve tefekkür yolu ile Bediüzzaman daha kısa ve selâmetli bir yol önermektedir ve bu yolla tasavvufu da ihya etmektedir. Burada her mertebe Allah’ın ayrı bir sıfatına ve vechine eriştiren bağımsız bir yoldur. Acz, Allah’ın her şeyi kuşatan merhametine; fakr küllî rahmetine; şefkat, Allah’ın mutlak şefkatine;  tefekkür de her şeyi kapsayan hikmetine eriştirir. Yine Bediüzzaman kâinat kitabını nazara vererek Allah’ın isim ve sıfatların okumaya dâvet eder, bununla materyalist anlayışların imanı zedeleyen düşüncelerini çürütür. Günümüzün bilimsel gelişmelerinin bize Allah’ı tanıttığını öğretir. Bediüzzaman’ın çizdiği yol Kur’ân’a dayalı, daha kapsayıcı ve evrensel bir yoldur. Bu yönüyle Risale-i Nur hareketi tasavvufu da kapsayan ve ona ihtiyaç bırakmayan daha geniş bir harekettir.”

DEVAM EDECEK

Okunma Sayısı: 3711
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı