“Terörsüz Türkiye” kulağa çok hoş gelen, ancak bu anlayışla başarıya ulaşması pek mümkün olmayan bir ütopya mahiyetindedir.
Birinci Bölüm: “Doğu” meselesi katı devletçiliğin sonucudur
RAŞTIRMA-İNCELEME: TERÖRE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI - İÇ VE DIŞ UNSURLARIN ZORLAMASI - 2
Dr. Ömer Ergün - Dicle Üniversitesi
 
–Dünden devam–
“Terörsüz Türkiye” söylemi başarıya ulaşsa, çözülmüş olan sadece PKK terörünün sona ermesidir. Buna terörün çözümü diyebilir miyiz? Belki ‘kısmî çözüm’ demek mümkündür. Resmî raporlarda ifade edilmiş olan diğer terör örgütleri de bu duruma bakıp, korkup silâh mı bırakacaklar? Terörsüz Türkiye kulağa çok hoş gelen, ancak bu anlayışla başarıya ulaşması pek mümkün olmayan bir ütopya mahiyetindeir. 
“Kürt açılımı” ise, Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan Kürtlerin, temel hak ve özgürlüklerden, ekonomik ve sosyal haklara kadar uzanan birçok hak kategorisindeki eksikliklerin de içinde olduğu, geniş bir yelpazedeki, devlet rejimini-idaresini ilgilendiren, demokratik sisteme ilişkin olarak, eksikliklerinin giderilmesi ile alakalıdır. 
Müzakereleri sürdüren hükümet yetkililerinin söylediklerine göre, “Kürt terörü”nü bitirmek için yapılan bu müzakereler olumlu sonuçlandığında, “Kürt terörü” bitmiş olacak. “Kürt meselesi” ise, bitmiş olmayacak, bütün varlığı ile yine devam edecek. Aslında bitme aşamasındaki bir PKK terörünü, bitirdik deyip müzakere yapanlar, bunları gerçekleştirmeleri durumunda bile, bir mesafe almış olacaklar. Sonuçta Öcalan’ı dışarı çıkarmış, dağdakileri ovada siyaset yapmalarına zemin hazırlamış olacaklar. Ancak, diğer terör örgütleri ile ilgili olarak ne yapacaklar belli değil, böyle bir müzakere terörsüz bir ortamı oluşturacak mı, o da belli değil. Peki, bunun bir çözüm olarak sunulması bir yanılsama değil midir? 
Süreç bilinmezliklerle dolu
İster “Kürt açılımı”, isterse “terörsüz Türkiye” kavramlarıyla terörün sona erdirilmesi diyelim, bu konuya ilişkin olarak, toplumun zihninde dört temel konuda soru işaretleri vardır; 

Öncelikle Kürt açılımı/terörsüz Türkiye diye ifade edilen mesele, şahıslar üzerinden gidiyor. Sayın Bahçeli, Erdoğan, Hatimoğulları-Bakırhan, Öcalan ve bunların dışında yine birkaç özel şahıs. Bu insanların kapalı kapılar ardında ne konuştuklarını kimse bilmiyor. Elbette her şeyin her haliyle anlatılmasına gerek yoktur, ancak konuşanlar da kamuoyunu yeterli ve detaylı bir şekilde bilgilendirmemektedir. Yani süreç bilinmezliklerle dolu, Türkiye Cumhuriyeti’nin son elli yılını meşgul eden, binlerce insanın ölümüne sebep olan ve milyarlarca dolar harcanan bir mesele, 5-10 yetkilinin arasında ilerlemektedir. Süreç içinde belki bunlara 5-10 kişi daha eklenecektir. Bu durum, problemin çözümünü kırılgan hale getirmekte, vatandaşların bilgisi dışında, kötüye kullanımlara açık bir zemin oluşturmaktadır. 
KÜRTLERİ KİM TEMSİL EDECEK?
İkincisi; Kürt açılımı/terörsüz Türkiye müzakerelerinde, sadece PKK’yı destekleyen Kürtler ve onların Türk siyasetindeki uzantıları olarak ifade edilen ve genel olarak partinin tabanını oluşturan DEM’liler yer almaktadır. PKK terörünün sonlandırılması ve kısmen terörsüz Türkiye söylemi için bu yeterlidir, ancak Kürt meselesinin çözümü açısından yeterli değildir. Zira Kürt meselesinin çözümünde Kürtleri sadece laik seküler bir parti mi veya dinî duyguları da olan muhafazakâr olan bir parti mi, Kürt olup bu partileri benimsemeyen ve onlara oy vermeyen Kürtler mi, bölgede etkin olan STK’lar mı, manevî etkiye sahip kanaat önderleri mi? Temsil kabiliyeti olan birçok gruptan sadece DEM parti ve yetkilileri ile Öcalan’ı muhatap almak, çözüm için hem eksik ve hem de çözümü kasten sabote etmektir. 
Bununla birlikte yurt dışından Barzani ailesi, yedek bir aparat olarak cepte tutulmaktadır. Ülke içinden muhatapları yeterince dikkate almadan yurt dışından birilerini yedek aparat olarak kullanmak hiç masum bir davranış gibi görünmemektedir.
ÇÖZÜM İÇİN DEVLET İRADESİ EKSİK
Üçüncü olarak; önemli bir konuda, devlet “Ben bu meseleyi artık bütün kurum ve kuruluşlarımla çözmek istiyorum” diyerek iradesini ortaya koyacak bir davranış sergilemiyor veya bunu vatandaşlara deklare etmiyor. Dolaylı olarak devleti temsil konumunda olanlar da, böyle bir irade varmış gibi hareket ettiklerini söylüyorlar. Yani problemin çözümü için, devlet tüzel kişiliğinin bu konuda ne yapmak istediğini kişilerden bağımsız olarak devletin kendisinin, açıkça çözüm iradesini ifade etmesi ve süreç için çalışanları, her yönüyle güvence altına alması gerekir.

Dördüncüsü; el sıkışarak, önceki beyanlarında, Abdullah Öcalan için, bebek katili ifadelerini kullanarak “beslemeyelim, asalım” diyenlerin, şimdi aynı kişiyi “önderlik” olarak görmesi ve ne olduğu belli olmayan bir süreç başlattıklarını söylemesi, yarın bunların tersini söylemeyeceklerini garanti eder mi? Yani yaptıkları ve söyledikleri ile tutarsızlık yaşayanların ülkenin kaderi ile ilgili böyle önemli bir konuda rol aldıklarını ve kendilerine inanmamızı ifade etmeleri ne derece tutarlı ve anlamlı bir durumdur.
KÜRT MESELESİNİN ÇÖZÜMÜNDE DIŞ ETKİLER
Açılım süreci ile komşularımız olan ve içlerinde önemli bir Kürt nüfusunu da barındıran, Suriye-Irak devletleriyle ve daha düşük bir dozda İran devleti arasında fer’î nitelikte bir ilişki söz konusudur. Bu bağlantıyı anlamak için birkaç önemli noktaya değinmek gerekir:
Terörsüz Türkiye/Kürt açılımı ile ilgili olarak, yukarıda belirtmiş olduğumuz bu genel değerlendirmelere ek olarak, Türkiye dışında, Irak’ta Kürdistan Demokrat Partisi, kısaca KDP olarak anılan, barışık olarak yaşadığımız bir Kürt grup olarak, Irak Kürdistan Yönetimi bölgesinde idarî yapıda söz sahibi olan Barzani ailesi vardır. Buradaki yapı ile zaman zaman ilişkilerimiz kopma noktasına gelse de, şu an için iyi ve Türkiye yönetimi ile paralel giden bir ilişki söz konusudur. 
Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye sınırına yakın bölgelerde önemli bir Kürt nüfusu yaşamaktadır. Rojova olarak da adlandırılan bu bölgede, Suriye tarafında Kürt gruplarınca bir özerk bölge oluşturulmuş ve ABD-İsrail tarafından da desteklenmektedir. Güney sınırımızda, ülkemiz tarafında kalan kısımda, Kürt vatandaşlarımızın akrabalık/etnisite ilişkisinin getirmiş olduğu, bu bölgeyle ilgili bir yakınlık ve yoğun bir ilgi söz konusudur. Bu anlamda açılım süreci ile başta Suriye olmak üzere, Irak, İran arasında da fer’î nitelikte bir ilişki söz konusudur. 
Suriye’deki Kürtlerin oluşturduğu en önemli siyasî yapı PYD (Demokratik Birlik Partisi) ve onun silâhlı kanadı YPG’dir (Halk Savunma Birlikleri). Türkiye, PYD/YPG’yi PKK’nın Suriye kolu olarak görmektedir.
İşte Suriye’nin kuzeyinde, dış güçlerin de özellikle organize ettiği barışık olmadığımız bir otonom Kürt bölgesi söz konusudur. Bu bölgede PKK versiyonu olarak ifade edilen PYD Kürt grubu vardır. Suriye’deki Kürt grubu ile önceleri dost olarak başlayan ilişkimiz, daha sonra PKK ile olan yoğun ilişkileri sebebiyle düşmanlığa dönüşmüştür.
DIŞ UZANTILAR ÇÖZÜLMEDEN PROBLEM ÇÖZÜLMEZ 
Yine bahsetmeden geçtiğimizde eksik kalacak olan, İran-Doğu sınırımızda PEJAK (Gayr-ı resmî kurulmuş, Kürdistan Özgür Yaşam Partisi) olarak adlandırılan PKK ile paralel hareket eden Kürt grubu ise bir başka problem olarak sınırlarımızda tehdit unsuru olarak görülmektedir. Zaman zaman İran tarafından aleyhimize kullanılmakta veya faaliyetlerine göz yumulmaktadır. 
Bu bağlantıları dikkate alarak, “Kürt sorununun” çözümünün sadece Türkiye’nin iç meselesi olmadığı, bölgesel bir boyutunun da olduğu söylenebilir. Suriye’deki gelişmelerin yakından takip edilmesi ve bölgesel aktörlerle diyalog kurulması, çözüm sürecine katkı sağlayabilir.
Sonuç itibariyle Türkiye’nin kendi içinde adlandırması farklı olsa da (bizce insan hakları problemi) bir Kürt problemi var, bu problemin bir de fer’î nitelikte dış unsurları var. Burada belki önemli nokta iç problemimizi kendi irademizle bizim çözebileceğimizdir. Eğer çözmezsek/çözemezsek bizim için daha büyük bir faturayı, özellikle dış unsurların zorlaması ile ortaya çıkacağı, kendi iradelerine göre bir çözümü bize dayatacakları bir döneme girmiş bulunduğumuzdur.
—Devam Edecek—