"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Manevî Değerlerimizle Kovid-19 Terapisi - 1

03 Aralık 2020, Perşembe
Bilim ve fennin iddialı olduğu bir çağda, bir gramın milyonda bir ağırlığında ve gözlerin göremediği bir virüsün dünyayı bu kadar sarsacağını hiç kimse tahmin edemezdi. Fakat bu da oldu! Tıp dünyası hazırlıksız yakalandı. Biz bu işin manevî boyutuyla ilgilendik. Manevî değerlerimizde bu salgının durumu nedir? Salgına yakalananlar, hasta olanlar, tedavi görenler ve ölenler bazında müjde var mı? Rahmet dini olan İslamiyet’ten bakınca durum nasıl gözüküyor?

Hazırlayan: Süleyman Kösmene

ŞERDEN ÇIKAN HAYIR

Giriş

Kovid-19 adıyla ortaya çıkan ve aylar içinde dünyanın nevrini döndüren bir virüsten bahsediyoruz. Çin’in Wuhan bölgesinde ilk olarak 2019 Aralık ayında görülen, o gün bu gündür dünyada giderek hızla yayılan ve hemen her ülkeyi saran bir virüs. Solunum yolu enfeksiyonuna sebep oluyor. İnsandan insana bulaşıcıdır. Wuhan koronavirüsü adıyla da tanınan bu yeni tip koronavirüs, Dünya Sağlık Örgütü tarafından KOVID-19 adıyla adlandırılmıştır. 

Dünya Sağlık Örgütü 30 Ocak 2020 tarihinde küresel sağlık âcil durum ilân ederek bütün dünyayı alarma geçirmiştir. 11 Mart 2020 tarihinde ise virüsle ilgili olarak bütün dünyada pandemi süreci başlatılmış, salgın hastalığın küresel boyutta olduğu ilân edilmiştir.  

Virüsün, insandan insana temas veya nefes yoluyla bulaştığı, yüzeylere bulaşan damlacıkların da bir süre bulaşıcılığını sürdürdüğü tesbit edilmiştir.

Bilim ve fennin iddialı olduğu bir çağda, bir gramın milyonda bir ağırlığında ve gözlerin göremediği bir virüsün dünyayı bu kadar sarsacağını hiç kimse tahmin edemezdi. Fakat bu da oldu! Tıp dünyası hazırlıksız yakalandı. Neredeyse bir yıla yakın bir süre oldu; hâlâ ne tedavi var, ne aşı… Çalışmalar sürüyor.

Bu arada bu hastalık insandan insana bulaşmayı sürdürüyor. Pandemi süreci devam ediyor. Kapalı mekânlarda toplu beraberlikler ve faaliyetler yasak! Evlerde tecrit dönemleri oldu. Ticarî hayat etkilendi. Eğitim durdu. Karantinalar işin zaten hep özünde yer aldı. Okullar ve ticarî hayat büyük tedbirlerle ve kısmî olarak ancak işlevlerine dönebildiler. 

Bu hastalıktan ölenler var, ocağı sönenler var. 

Ne olacak bu işin sonu?

Biz bu işin manevî boyutuyla ilgilendik. Manevî değerlerimizde bu salgının durumu nedir?  Salgına yakalananlar, hasta olanlar, tedavi görenler ve ölenler bazında müjde var mı? Rahmet dini olan İslâmiyet’ten bakınca durum nasıl gözüküyor? 

Bu mütevazı çalışma, “bütün hastalarımıza geçmiş olsun, ölenlerimize rahmet olsun!” kabilinden ortaya çıktı. Hastalarımıza şifa, ölenlerimize rahmet diliyoruz. Hatalar bize, doğrular Kur’ân’a ve Resulullah’a (asm) aittir. 

Tedbir bizden, takdir 

Cenab-ı Allah’tandır. 

Sizleri çalışmamızla baş başa bırakıyorum. 

Allah’a emanet olun.

***

Muvakkat lezzetten ziyade, muvakkat eleme tebessüm etmeli; hoş geldin demeli!”

Bediüzzaman Said Nursî      

En Müzmin Dertlere Derman Vardır   

Tıp dünyası birçok hastalığı yendi. Hastalıklar ne kadar saldırgansa, tıp dünyası da bir o kadar yeni bilgiler keşfetmek ve insanlığa yararlı olmak için hırslı ve çalışkandır. Tıp dünyasına çalışmalarında başarılar dilerken, sağlıkçıların sağlıkları için de duâ ediyoruz. 

Biliyoruz ve inanıyoruz ki, Yüce Allah derman vermediği bir derdi yeryüzüne indirmemiştir. 

Bediüzzaman der ki: “En müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise, ey insan ve musîbetzede benîâdem! Me’yus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun, dermanı mümkündür; arayınız, bulunuz. Hatta ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür.” 1 

Bediüzzaman’ın gözüyle bu kâinat, “Gayet muntazam ve mükemmel bir eczahane-i kübrâdır. İçinde her bir ilâç güzelce ihzar ve istif edilmiştir.” 2

Her derdin dermanı, her yaranın ilâcı, her hastalığın şifası olduğuna göre, yeryüzü bir büyük eczane gibi yaratılmış olduğuna göre, insana çalışıp bulmak ve istifade etmek kalıyor. 

Tıp dünyası da insanlık namına bunu yapıyor.

Kovid-19’u Tıp dünyasına yeni çalışma alanı açan bir ajan sayalım. 

Şüphesiz hasta olmadan şifa bulunmaz. Dert olmadan derman aranmaz. Yara olmadan ilâç sürülmez.    

Her tarafı sarmış bulunan Kovid-19 virüsü belki de önceden bazı hayvanların tabiî ortamlarında var idiyse de, bugünlerde insanlara karşı saldırganlaşmıştır. Her önüne gelene bulaşmaktadır.  

Bunun da bir çaresi vardır elbet.

Bu konuda el birliği içinde ve gayretli biçimde çalışmalarını esirgemeyen sağlık çalışanlarımıza teşekkürlerimizi bir borç biliriz. Yüce Allah yardımcıları olsun.  

Hasta olanlara da tekrar şifalar diliyoruz.  

“Olur ki hoşlanmadığınız bir şeyde sizin için hayır vardır. Ve hoşlandığınız bir şeyde sizin için şer vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”                 

Bakara Sûresi: 216

Afiyetin Kıymetini Biliyor muyuz?

Bu can bizde emanettir. Çünkü bu canı biz yapmadık, biz yaratmadık, biz satın almadık, yolda bulmadık. Leylekler de getirmedi. Bu canı Allah yarattı. Öyleyse bu can için önce Allah’a borcumuz var. Şükür borcumuz. 

Bu can için Allah’a şükür borcumuzu ödemek, en başta afiyette olmamıza bağlıdır. 

Afiyette olmak güzel nimettir. Allah’a şükretmemiz için gerekli bir nimettir. En başta kendisi şükür ister.  

Bununla beraber, çoğu zaman afiyetin bize gaflet verdiğini de unutmayalım. Fakat bu gafletten Yaratıcı sorumlu değildir. Bu gafletten biz sorumluyuz. 

Yaratıcı afiyet vermeseydi, şükredecek mecal bulamasaydık zaten O bizi şükürden de affederdi. Yaratıcımız Âdil’dir ve Rahim’dir çünkü. Adaletle iş yapar. Merhameti elden bırakmaz. Vermediğini istemez. 

Afiyet vermişse, şu an sıhhatimiz iyi ise, nefes alıp veriyorsak, gözlerimiz nesneleri renkleriyle beraber görüyorsa, kulaklarımız sevdiklerimizin konuşmalarını işitiyorsa, hissediyorsak, seviyorsak, seviniyorsak, seviliyorsak… Yeter! 

Afiyetteyiz demektir. 

Bütün bu sıhhati Allah’ı sorgulayalım diye değil; Allah’a şükredelim diye verdi. 

Eğer Allah’ı sorgulamıyorsak, bir adım öndeyiz demektir. 

Eğer hangi hal üzere olursak olalım, bulunduğumuz afiyetten razı isek, bir adım daha kazandık demektir. 

Bizden iyi afiyette olanlar vardır elbette. Biz onlara bakmayalım. Onlara duâ edelim. Sıhhatleri bozulmasın diye.

“İnsanlar başlarına gelen belâ ve musîbetleri daha büyükleriyle kıyas etselerdi, başlarına geleni afiyet sayarlardı.”   

eş-Şabi

Sağlığı bizden kötü olanlara da duâ edelim. Daha kötü olmasınlar diye.

Bizim afiyet derecemize gelince… Bizim daha kötü olmadığımıza şükredelim. Sadece şükredelim. Afiyette kalalım. 

Afiyetimizi bozacak şeylerden uzak duralım. Afiyetimizi koruyacak şeyleri yapalım. 

Fakat afiyeti Allah’tan bilmeyi, afiyeti veren Allah’a şükretmeyi ve insanlara duâ etmeyi unutmayalım. 

“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.”

Kanunî Sultan Süleyman

Bir Nefes Sıhhat

Kanunî Sultan Süleyman Han’ın söylediği gibi: Sağlığımızı koruyalım. 

Sağlığımızın kıymetini elden gidince anlamayalım, eldeyken anlayalım. Eldeyken onun bir nefesinin bir devlet olduğunu fark edelim. 

Sağlığımızın bize verilmiş bir emanet olduğunu unutmayalım. Sağlık devletini korumanın ilk şartının şükür olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Şükrün temelinin iman olduğunu, imanımızı kavi tutarsak, Allah’a dayanağımızın ve güvenimizin güç kazanacağını ve başa gelen her zorlu musîbeti bu güçle yeneceğimizi atlamayalım. 

Allah’a dayanıp güvendiğimizde, başa ne gelse O’ndan olduğunu anlarız. Sağlığımız ne kadar bozulsa da, Allah ile aramız bozulmaz. Allah ile aramız bozulmadıkça, O’nun verdiklerine sabrederiz. Allah’ın verdiklerine sabrettikçe, O’ndan gelen her şeye “baş üstüne” deriz. Böylece O sevgisini kalbimize açar, O’nu daha çok severiz. O’nu daha çok sevdikçe, ruhumuzu pozitif enerji doldurur.  

Bu da bizim ruhumuza ilâç gibi gelir. Bize güç ve kuvvet verir.  

Musîbet, insanın hakiki mihenk taşıdır. 

Beaumont Fletcher

Sabır tedbirsizlik demek değildir. Sabır sağlığını bozmak demek değildir. Sabır sağlığın bozulunca doktora gitmekten sakınmak demek değildir. Sabır, doktor ilâç verince kullanmaktan, doktorun tavsiyesine uymaktan içtinap etmek demek değildir. 

Sağlığımız bazen bozulabilir. Allah böyle yazmıştır. Sağlık nasıl O’nun devlet gibi bir nimetiyse, hastalık da farklı bir açıdan bakınca, yine, devlet gibi bir nimeti çıkıyor.    

Evet, büyük harflerle söylüyorum: Hastalık bir nimettir, bir ihsandır, bir hediyedir, bir sıhhattir. 3  

Gafletten kurtulamaz isek eğer, sıhhat bir hastalık olur. Bu hastalık fani bir dünyayı bize baki gösterir, dalgalı bir dünyayı bize sakin gösterir. Günahla, zulümle, kanla, kinle çirkinleşmiş bir dünyayı bize hoş gösterir. 

Hastalandığımızda ise bu hastalığın penceresiyle bakıyoruz. Allah’ı bize ve bizi Allah’a yakın buluyoruz. Allah’ın afiyet ve şifa lütfunu bekliyoruz.  

Allah’tan bir şey beklemek ne kadar güzeldir! Sağlıktan daha güzeldir. 

Sağlıkta beklediğimiz bir şey yoktu! Dolayısıyla Allah’a tevekkülümüz de zayıflamıştı. 

Ama şimdi hasta olduğumuzdan beri Allah’tan sağlık gibi bir devlet beklemeye başladık. Bu büyük devlete erdiğimizde inşallah kendimizi şükreder bulalım! Hamd eder bulalım!  

Sağlığımızın kıymetini fark edelim. 

Şükrümüzü tamama ve kemale erdirmek için, sağlığımızı bozan şeylerden uzak duralım. 

Ama hastalık gelirse de, Allah’a darılmayalım. Allah’ın yeniden sağlık ve şifa vereceğinden endişe etmeyelim.       

“Ey biçare hasta! Merak etme! Sabret! Senin hastalığın sana dert değil; belki bir nevi dermandır.”

 Bediüzzaman Said Nursî

***

Hastalık Şer midir, Hayır mıdır?

Dünyadan bakarsak, hastalık şerdir. Ahirete göre bakarsak, hastalığın hayır olduğunu görürüz. 

Kendi penceremizden bakarsak, hastalığı şer görürüz. Allah’ın rahmeti cihetiyle bakarsak, hastalığın sırf Allah’ın rahmetini ve müjdesini getirdiğini görürüz.   

Zevklerin acılaşması yönüyle bakarsak, hastalıktan hoşlanmayız, onu şer görürüz. Allah’ın hoşnutluğunun hastalarla birlikte olduğu cihetinden bakarsak, hastalığın bir devlet, bir fırsat, bir talih kuşu olduğunu görürüz. Onu hayırda buluruz. 

 Allah buyuruyor ki: “Olur ki hoşlanmadığınız bir şeyde sizin için hayır vardır. Ve hoşlandığınız bir şeyde sizin için şer vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” 4

Âyetten yürüyelim: Hastalıktan hoşlanıyor muyuz? 

Hayır! Hastalık hoşlanmadığımız bir tecellîdir. 

Öyleyse emin olalım ki, hastalık bizim için şer değil, hayırdır! 

Ağrı çekmek, acı duymak, hastaneye gitmek, doktora başvurmak, tetkik ve tahlile girmek, hastalığımızla ilgili bilgiler edinmek, doktorun tavsiyelerine uymak, ilâcımızı kullanmak, şifa çarelerini aramak ve bütün bunlardan sonra sebeplere takılıp kalmamak, Allah ile aramızın bozulmadığına inanarak afiyet ve şifayı sadece Allah’tan beklemek şer değil, hayırdır!  

Bize yardım eden hasta bakıcılarımıza, yakınlarımıza, sevdiklerimize, hastaneye, doktora, hemşireye duâ etmek şer değil, hayırdır.

 Günahımızı kabullenmek, benimsemek, itiraf etmek, günahımızdan hicap duymak, gözyaşı dökmek şer değil, hayırdır.

Allah’ın mağfiretine sığınmak, Allah’tan af istemek, Allah’a tövbe etmek, günahımızın bağışlanacağını ummak ve mahşere yüzü ak olarak çıkmak şer değil, hayırdır.

Başımıza gelmiş ve şer saydığımız bir hastalık varsa, doktorumuza danışmaktan başka, önemli bir işimiz daha var: Allah’a dönmek.   

Bütün dertlerimiz biter. Mezbelelikler içinde gül buluruz!

İnanın derdin içinde devamızı, hastalığın içinde ilâcımızı, şerrin içinde hayır buluruz. 

Bediüzzaman hasta gençlere şöyle tavsiye eder: 

 “Kardeşim, senin bu hastalığının aleyhinde değilim. Hastalık için sana karşı bir şefkat hissedip acımıyorum ki, duâ edeyim. Hastalık seni tam uyandırıncaya kadar sabra çalış. Ve hastalık vazifesini bitirdikten sonra, Hâlık-ı Rahîm inşaallah sana şifa verir.”

Hem derdim: “Senin bir kısım emsalin sıhhat belâsıyla gaflete düşüp, namazı terk edip, kabri düşünmeyip, Allah’ı unutup, bir saatlik hayat-ı dünyeviyenin zâhirî keyfiyle hadsiz bir hayat-ı ebediyesini sarsar, zedeler, belki de harap eder. Sen hastalık gözüyle, her halde gideceğin bir menzilin olan kabrini ve daha arkasında uhrevî menzilleri görürsün ve onlara göre davranıyorsun. Demek senin için hastalık bir sıhhattir; bir kısım emsalindeki sıhhat bir hastalıktır.” 5

“Senden soruyorum: “Bu hastalık senin başında veya elinde veya midende olmasaydı, sen başın, elin, midenin sıhhatindeki lezzetli, zevkli nimet-i İlâhiyeyi hissedip şükreder miydin?” 

Bediüzzaman Said Nursî

DEVAM EDECEK

Okunma Sayısı: 4083
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı