"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bereketiyle eve gelen misafir

18 Kasım 2012, Pazar
(Rabbime bir şükran ifadesi yazısıdır.)
Temmuz ayında evimize dâvet ettiğimiz misafirimiz uzak bir şehirden uzun bir müddet kalmak için gelecekti. Ne de olsa evimize misafir geliyordu. Almıştı bizi tatlı bir telâş. Hazırlıklar başlamıştı. Misafirimize güzel şeyler yedirmek istiyorduk.
Ebu’d-Derda’dan (ra) rivâyetle Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuşlardır: “Misafir rızkıyla gelir, ev halkının günahlarını götürerek gider. Günahlarını silip süpürür.”
Daha misafirimiz gelmeden evimizdeki bereketi görüyor, bize verdiği nimetlerinden dolayı Rabbime sonsuz şükürler ediyordum.
Rabbim hiçbir zaman tamahkâr ve bahil insanlara başka kullarının rızkını yükletmez. Bizler sadece o rızkı tevzî etmede tablacı hükmündeyiz. Rezzak-ı Rahîm herkesin rızkını rahmet hazinesinden gönderir. Misafirimiz uzun bir müddet kalacağı için biraz tedirgindi, ne de olsa bizim ev kendi evi gibi rahat değildi. Ve bize vereceği zahmetten de endişe ediyordu. Ama başka çaresi olmadığı için de katlanmak zorundaydı.
O bize yük olduğunu düşünüyor, elinden geldiğince sıkıntılarını bize belli etmemeye çalışıyordu. Bize karnındaki bebekle beraber gelmişti. O gelmeden önce Rabbim onların rızıklarını fazlasıyla göndermiş, hatta bizim rızkımızı da onlarınkiyle beraber gönderiyordu. O misafir bizim minnetimiz altına girdiğini düşünüyordu. Oysaki biz onun minneti altına girmiştik. Maşaallah evimizde bir bereket vardı. Bu bereketi fark etmiş, her seferinde “Allahım, Sen ne büyüksün, Senin hikmetinden sual edilmez” der binlerce şükrederdim. Tabiî bu şükür ifadelerimi bazen yüksek sesle söylerdim, misafir olan kızımız da bana bakıp tebessüm ederdi. Üstadımız’ın gördüğü bir misâl:
“Benim yakın dostlarım bilirler ki, iki üç sene evvel hergün yarım ekmek—o köyün ekmeği küçüktü—muayyen bir tayınım vardı ki, çok defa bana kâfi gelmiyordu. Sonra dört kedi bana misafir geldiler. O aynı tayınım hem bana, hem onlara kâfi geldi. Çok kere de fazla kalırdı.
“İşte şu hâl o derece tekerrür edip bana kanaat verdi ki, ben kedilerin bereketinden istifade ediyordum. Kat’î bir surette ilân ediyorum, onlar bana bâr değil. Hem onlar benden değil, ben onlardan minnet alırdım.” (Mektubat, 21. Mektub)
Evet o misafirimiz de bize bâr değildi. Hatta biz ona yük olmuştuk. Biz onun minneti altına girmiştik, evimizdeki bereketin sebebi oydu. O kızımız hâlinden hiç şikâyetçi değildi, hep hamd eder, sıkıntılarını içinde yaşar, “Bu bir imtihandır” derdi. Biz aciz, fakir insanların hiçbir şey yapamayacağı bilinciyle “Benim sahibim Rabbim’dir” derdi. Oysaki eşinin birkaç aylığını vermedikleri gibi işten de çıkarmışlardı.
Gurbet elde bunları yaşarken biz evimize dâvet etmiştik. Kapısını kitlemiş ve bize gelmişti. Geldiği günden beri metanetini kaybetmemiş hâlinde imanın verdiği şuurlu tavırlar sergilemiş, ibadetlerini hasta olmasına rağmen hiç aksatmadan yapmıştı. Ben ona üzülüyordum. Elimden yapacak fazla birşey gelmiyordu ve bunun için de gayri ihtiyârî agresif haller sergiliyordum. Halbuki ben onu çok seviyordum, ona kıyamadığımdan, çaresizliğimden ne yapacağımı bilemiyor, çareler arıyordum. Hiçbir şey yapamamam, beni bu hallere getiriyordu.
Birgün benim bu halimi görünce ‘‘Teyze biliyor musun, ben bu sıkıntıları hatırlayınca Üstadımızın sözü aklıma gelir: ‘Elli, altmış senelik dünya hayatı için ahiret hayatı feda edilmez.’ Ben de bu sözü hayatıma düstur edindim. Dünya hayatı için ahiretimi feda etmeyeceğim’’ dedi.
Bu değerli misafirimiz bu güzel hal ve davranışlarından bana da dersler veriyordu. “Ne kadar hamd etsem azdır” diyerek sabretmeye çalışıyordum. Ben onun sayesinde bir şeyler öğreniyordum. Genç yaşına rağmen çekmediği sıkıntı kalmamış, ona rağmen ayakta durup istiğna mesleğini seçmişti.
Olaylara karşı soğukkanlı, gayet ciddî ve kendinden taviz vermeyen haller sergilerdi. Buna rağmen içine attığı sıkıntılar onda bir takım hastalıklara sebebiyet vermişti. Elinden düşürmediği Cevşenini sürekli okurdu. Kendisi bizde eşinden uzak, kendi yağında kavrulurdu. Üstelik bebek bekliyordu. Ve dokuz ayı geçmiş, zamanı gelmiş, bir türlü beklediğimiz şey gerçekleşmemişti. Bebek sanki babasının gelmesini bekliyordu. Tevâfuk olmuş, baba aniden gelmişti. O gece sabah namazının ardından küçük misafirimiz dünyaya teşrif etmiş, herkese de “Babasını bekliyordu” dedirtmişti. Kum üstünde el değmemiş inci tanesi manasında olan “Azra”mız anneyi ve babayı sevindirmişti. Dünyaya geldiği gün anne ve babası yanındaydılar. Rabbim o ayrılığı onlara yaşatmamıştı. Azra’nın ablası babasına ‘‘Azra seni bekliyordu, iyi ki geldin baba, yoksa bizim yanımızda olmayışına üzülürdük’’ diyor ve bize de sevinçle karışık duygusal anlar yaşatıyordu.
Azra da bereketiyle gelmiş, ertesi gün babasına iş teklifi gelmişti. İlk kez iş teklifine sevinemeyen baba Azra’dan bu kadar çabuk ayrılmak istemiyordu. Fakat mecburen gitmek zorundaydı. Ve yine ayrılık zamanı gelmiş, baba iş görüşmesine gitmişti. Hayırlı haber gelmiş. Baba işe girmişti. Ve bu arada Azra bir aylık olmuş, evin neşe kaynağı olmuştu.
Azra benim sesimi Semi isminin tecellisi olan kulağıyla duyup bana gülücükler veriyordu. Azra’nın annesi ara da hastalanıp Azra’ya bakmakta zorlanıyordu. Sağ olsun evin büyük kızı Azra’nın bakımını yapıyordu. Ve ben misafirimizin bu haline üzüldüğümden bazen uzak kalıyordum. Bu arada Azra’nın annesi biraz toparlanıp İstanbulda’ki akrabasının yanına gitmişti. “Belki evimizi taşır da, okula henüz başlamayan kızımızı okula göndeririz” diyordu. Misafir kızımızın ilkokul üçüncü sınıfa giden diğer kızı Azra’nın ablası okulların açılmasından iki ay geçmiş olmasına rağmen halen bazı sebeplerden dolayı okula başlamamıştı. Nihayetinde evlerini İstanbul’a taşımışlardı, ama Azra’nın annesi yine hastalanmıştı ve yine evlerine gidememişlerdi. Bu sefer Azra’ya bulundukları ev halkı Rabbimin izniyle bakıyordular.
O değerli misafirimiz bizden gittikten sonra evimizin bereketinin de gittiğini görüyordum. Onun arkasından telefon açıp “Geri gel, evimizin bereket sebebi sen ve çocuklarındı, siz gittikten sonra bereket de gitti” diyordum. Ve ben onları çok seviyordum, onları Rabbime emanet ediyor, Rabbim onların yar ve yardımcısı olsun diyor ve benim misafire hizmet etme açısından bir kusurum olduysa, eğer onları gayri ihtiyarî kırdımsa onlardan beni helâl etmelerini istiyorum. Ben de imtihan içinde bu bereketi ve güzellikleri bize yaşattığı için ne kadar Rabbime şükretsem azdır diyorum.
Ve sonunda Azralar yeni evlerine taşındılar. Siz değerli okuyuculardan da Azra’nın hasta annesi ve ailesi için duâ etmenizi rica ediyorum.
“Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır.” (Zâriyât Sûresi: 58.)

SEMA CEYHAN

[email protected]

Okunma Sayısı: 6740
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • betülölkü

    23.11.2012 00:00:00

    çok güzel ve insana unuttuklarını hatırlatan bir yazı yazanın gören gözüne güzel ellerine sağlık rabbim Azranın ailesinede ümmeti Muhammede de yardımcı olsun...

  • Hatice Adıgüzel

    21.11.2012 00:00:00

    Elinize sağlık Sema hanım çok güzel bir yazı olmuş komşulukların ve misafir ağırlamanın azaldığı bi zamanda yazdığınız bu yazı inşaalah bize örnek olur bizlerde tekrar eski misafir perverliğimizi gösterip misafir ağırlarız .Ve hadisi şerifteki müjdeye nail oluruz . Allaha emanet ol derken yazılarınızın devamını dilerim selamlar.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı