"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Zaruret, nereye kadar?

19 Temmuz 2019, Cuma
Kanunlar genel olarak normal ve tabiî durumlar dikkate alınarak hazırlanır.

Bazen istisnaî olarak anormal durumlar da dikkate alınmakla birlikte gelecekte meydana gelecek bütün anormal durumları tahmin etmekve buna göre kanun hazırlamak mümkün olamamaktadır. “Zaruret hali” diye nitelendirdiğimiz durumlar anormal şekilde ortaya çıkan haller olup bu durumlarda herhangi bir kanunu uygulamak mümkün olmaz. Bu yüzden zaruret hali Cermen hukukunda “Zaruret kanun tanımaz” prensibiyle, kilise hukukunda ise “Zaruretin kanunu yoktur” kaidesiyle meşrû görülmüştür. 1 İslâm hukukunda da zaruret halinin fonksiyonu buna yakın bir ifade ile ortaya konmuştur: “Zaruretler memnû (haram) olan şeyleri mubah kılar.” 2

Zaruret Nedir

Mecelle şârihi Ali Haydar Efendi zarureti şöyle tarif ediyor: “Zaruret, bir kimse memnû’u (yasak olan şeyi) tenâvül etmediği (almadığı, yapmadığı) takdirde, helâki müstelzim (gerektiren) haldir.” 3. 

Asrımız İslâm hukukçularından Vehbe ez-Zühaylî’nin zaruret tarifi şöyledir: “Zaruret, insanın nefsine, uzvuna, ırzına, aklına, malına veya bunların tâbilerine bir zarar ve eziyetin gelmesinden korkulan tehlike veya şiddetli meşakkatle karşılaşılan haldir.” 4

Ruhsat ve Zaruret Münasebeti

Zaruret hali fıkıh usûlünün konusu olmakla birlikte, bu ilimde müstakil bir başlık altında incelenmez. Zaruret halini “ağır meşakkat sebebiyle ortaya çıkan ruhsat” şeklinde algılamak daha doğru olur. Azimet ve Ruhsat ise usûl-i fıkıhta müstakil başlık altında incelenen konulardandır. Şeriatta  bazen ağır bazen de hafif meşakkat sebebiyle insanlar için bir kolaylık olmak üzere genel hükümden istisna yapılarak aynı konuda ikinci bir hüküm vazedilmiştir. Bu tür hükümlere ruhsat; normal durumlar için geçerli olmak üzere vazedilen genel nitelikli hükümlere ise azimet denir. 

Azimet hükümlerinin üç özelliği bulunur: 

a. Azimet hükümleri bir konuda ilk olarak konulan aslî ve temel hükümlerdir. Bu anlamda azimet hükümleri birincil hükümlerdir. 

b. Azimet hükümleri, her yerde her zaman herkes için geçerli olan hükümlerdir.

c. Azimet hükümleri, normal durumlarda uygulanmak üzere vazedilmiş olan hükümlerdir, bir özre dayanmazlar.

Ruhsat hükümleri azimet hükümlerinden istisna edilmiş olan hükümlerdir. 

Dolayısıyla azimet hükümlerinin zıddı olan özellikleri taşırlar: 

a. Aynı konuda önceden vazedilmiş olan başka bir hüküm vardır ve ruhsat bu hükümden istisna olmak üzere ikinci defa vazedilmiş olan bir hükümdür.

b. Ruhsat hükümleri kişi, yer ve zaman bakımından özel durumlarda geçerli olan hükümlerdir.

c. Ruhsatın geçerli olduğu yerlerde hükmün hafifletilmesi bir özre dayanır. Bu özür de ağır veya hafif meşakkatten ibarettir.

Hanefiler ruhsatı, hakikaten ve mecazen olmak üzere önce iki kısma, daha sonra bunları da kendi aralarında ikişer kısma ayırmak suretiyle toplamda dört kısma ayırmışlardır: 

a. Hakikaten ruhsatın birinci kısmı (Haramı helâl kılan ruhsat): Burada bir şeyin haram olmasını gerektiren sebep mevcut olmakla birlikte bir özür sebebiyle haramlılık hükmü geçici olarak kaldırılmış, mükellef için o şeyi yapması mubah kılınmıştır. Izdırar halinde ölü eti (leş), kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanları yemek gibi. 5  Ruhsatın en üst mertebesi budur ve bu bir zaruret hükmüdür.

b. Hakikaten ruhsatın ikinci kısmı (Vâcibin (farzın) tehirini gerektiren ruhsat): Burada hükmü gerektiren sebep mevcut olmakla birlikte bir özürden dolayı hükmün yerine getirilmesi tehir edilmiştir. Ramazan ayında yolcu veya hasta olan kişilerin üzerinden oruç tutma farziyetinin bu hallerin dışındaki birzamana ertelenmesi gibi. 6 Şafiî usûlcüler bu kısmı “Vâcibin terkini mubah kılan ruhsat” şeklinde ifade etmişlerdir. Onlar Hanefilerin verdikleri örneklerin yanında zalim bir idareci karşısında emr-i bi’l-marufu terk etme gibi örnekleri de verirler.  7 

Esasen vacibin tamamen terk edilmesi ile ifasının geciktirilmesi arasında fark vardır. Vâcibin terki bir zaruret hükmü sayılırken, tehiri bir zaruret hükmü olmayıp Şâri tarafından mükellefe tanınmış bir kolaylıktır, bir ruhsattır. 

c. Mecazen ruhsatın birinci kısmı (Önceki şeriatlarda var olan ağır hükümlerin İslâm’da getirilmemiş olması): Bunlar bir özürden dolayı hafifletilmiş değillerdir. Geçmiş şeriatlerdeki hükmüne nisbetle İslâm’ın getirdiği hükümde kolaylık olduğundan bunlara mecazen ruhsat denilmiştir.

d. Mecazen ruhsatın ikinci kısmı: (Kolaylık için genel kuraldan istisna yapılması): Meselâ, satım akdinde aslolan satılan mal ve bedelinin peşin olmasıdır. Genel hüküm budur. Ancak insanlara kolaylık olsun diye mal peşin-paraveresiye (vadeli satış) veya bunun aksine olarak mal veresiye-para peşin (selem) şeklindeki satım akitleri de caiz görülmüştür. 8  

Kurallar Çatışması ve Zaruret Hali

Kanunlar temel hukuk ilkeleri muvacehesinde insanların ilişkilerini düzenlemek için va’zedilmiştir. Ancak, hayat her zaman normal seyrinde gitmediğinden hayata ait bütün alanları kanunla tanzim etmek mümkün olmaz. Bazen öyle durumlar ortaya çıkar ki, bu hallerde, hukuk da zahiren uygulanması gerekli gibi görünen kanunların uygulanmamasını normal karşılar. İşte bu durumlar zaruret halleridir.

Bu dünyada her şey sınırlı olduğu için, en genel kuralların da sınırlı bir uygulama alanı vardır. Hukuk bir taraftan ferdin özgürlük alanını geniş tutmaya çalışırken, diğer taraftan toplumun kişisel hürriyetler sebebiyle zarar görmemesi için bir takım tedbirler almak mecburiyetindedir. Dolayısıyla bazen hukuk kuralları arasında bazı noktalarda çatışma olur ve bunun da çözümü yine hukuk yoluyla üretilmeye çalışılır.

Usûl âlimleri İslâm hukukunun ana maksat ve maslahatlarını “Zarûriyyât, Hâciyyât, Tahsîniyyât” diye üç kısma ayırmışlardır. Bu maslahatlar arasında bir çatışma olduğu zaman üstte olan alttakine tercih edilir. Ayrıca bunlar arasında da çeşitli ayırımlara gidilmiştir. Meselâ Zarûriyyât, Dinin korunması, Nefsin korunması, Aklın korunması, Neslin korunması ve Malın korunması şeklinde beş kısma ayrılmıştır. Bunlar da hiyerarşik bir yapı oluşturur ve çatışma durumunda üstteki alttakine tercih edilir. Konunun ferdî ve toplumsal olması, hakkın Allah’a veya kula ait olması gibi hususlar da tercihte önemli rol oynar. 

Problemin çözümünde Mecelle’de yer alan şu kaidelerden de istifade edilir:

a. Zaruret hali sebebiyle ortaya çıkan zararın izale edilmesiyle ilgilikâideler.

b. Meşakkatin genişlik sebebi olduğunu açıklayan kaideler. 

c. Zaruret halinin hükmünü açıklayan kaideler.

d. Zaruret halinin şartlarıyla ilgi kaideler.

İbn Teymiyye’nin de ifade ettiği gibi “Maslahatın gerçekleştirilmesi konusunda iki hayırlıdan daha hayırlı olanı, mefsedetin giderilmesi konusunda ise iki şerliden daha şerli olanı tercih edilir. İki mashalattan büyüğü alınır, küçük olanı terk edilir. İki mefsedetten büyük olanı terk edilir, küçük olanı alınır.” 9 Bu tercih ağır bir meşakkat sebebiyle yapılıyorsa buna zaruret denir. Netice itibariyle makâsıd-ı şerîa kuralları ve zaruret kaidelerinin kullanılması neticesinde normal durumlarda haram olan şeyin mubah sayılması ya da farz olan şeyin yapılmasının gerekli olmadığı kanaatine varılmışsa zaruret hali tahakkuk etmiş demektir. Zaruret halinde var olduğu kabul edilen meşakkat ve bunun meydana getirdiği tehlikenin de, o anda mevcud olması, kaçınılmaz olması, etkili olması, meşrû şekilde telâfisinin mümkün olmaması, zaruret hali karşısında kalan kişinin de bu konuda kesin kanaat sahibi olması gibi şartları taşıması gerektiği ifade edilmiştir. 10 

Bediüzzaman ‘Zarûret’i Nasıl Kullanmıştır?

Bediüzzaman zaruret kelimesini her zaman aynı anlamda kullanmaz. Onun bu kelimeyi başlıca şu anlamlarda kullandığını görürüz:

a. “Şiddetli ihtiyaç” anlamında: Meselâ “Her şeyden ziyade imanın esâsatıyla meşgul olmak katî bir zarûret ve mübrem bir ihtiyaç, hatta mecburiyet haline gelmiştir” ve “İnsanlarla zarûret olmadan konuşmayan”, “Elbette şimdi yani açlık ve kahta mukabil, Risale-i Nur hizmetini bırakmak ve zarûret-i maişet özrüyle maişet peşinde koşmak yerine en iyi çare, şükür ve kanaat ve Risale-i Nur Talebeliğine tam sarılmaktır”, “Dünya işleriyle meşgul olmak beni incitiyor, sizin dirayetinize itimad edip zarûret olmadan bakamıyorum” ve “Hem şu hakikat zâhir ve bâhirdir ki: Bir kimse allâme dahi olsa, Risale-i Nurun ve müellifinin talebesidir, Risale-i Nuru okumak zarûret ve ihtiyacındadır” cümlelerinde bu anlamda kullanılmıştır.

b. “Fakirlik” anlamında: Meselâ, “Bizim düşmanımız cehalet, zarûret, ihtilaftır” cümlesinde bu anlamda kullanılmıştır.

c. “Çaresiz sıkıntı ve zorluk” anlamında: Meselâ, “Nasıl bir parmak yaralansa; göz, akıl, kalb ehemmiyetli vazifelerini bırakıp onunla meşgul oluyorlar; öyle de: Bu derece zarûrete giren sıkıntılı hayatımız; yarasıyla kalb ve ruhumuzu kendiyle meşgul eder” cümlesinde bu anlamda kullanılmıştır.

d. “Mecburiyet, zorunluluk, gereklilik” anlamında: Meselâ, “En zaif damar ve dehşetli mani, hastalık damarıdır. Hastalığa ehemmiyet verildikçe hiss-i nefs-i cisim galebe eder, ‘zarurettir, mecburiyet var’ der, ruh ve kalbi susturur. Doktoru müstebid bir hâkim gibi yapar ve tavsiyelerine ve gösterdiği ilâçlara itaate mecbur ediyor” ve “Zât-ı vâcib-ül vücûdun hem mevcûdiyyeti, hem umum sıfatları, hem ekser isimleri, hem rubûbiyyet, ulûhiyyet, rahmet, inâyet, hikmet, adalet gibi vasıfları, şe’nleri lüzum derecesinde âhireti iktiza ve vücub derecesinde bakî bir âlemi istilzam ve zarûret derecesinde mükâfat ve mücâzat için haşri ve neşri isterler” cümlelerinde bu anlamda kullanılmıştır. 

e. “Delile ve üzerinde durmaya ihtiyaç bırakmayacak derecede açık olan şey” anlamında: Bediüzzaman’ın kâinatın her bir cüz’ünün Cenâb-ı Allah’ın varlığına, birliğine ve muhtelif esmasına işaret ettiğini ifade ederken kullandığı“bizzarûre” ifadesi bu anlamdadır. Bütün bu durumlarda zarûret kelimesi lügat anlamında kullanılmış olmaktadır. Her ne kadar bu anlamlar birbirinden farklı gibi görünüyorsa da konuya sebep-sonuç açısından bakıldığında manalarda birlik olduğu görülür.

f. Bediüzzaman bazen terkib olarak “zarûriyât-ı diniye” ifadesini kullanır. Bu terkib ile kastedilen anlam da dinde iman edilmesi ve eğer işin amelî tarafı varsa ayrıca amel edilmesi gerekli olan esaslar kastedilir. Bediüzzaman bazen bu anlamı tek başına zarûriyât kelimesiyle de ifade eder. Meselâ içtihad risalesinde geçen “Dinin zarûriyâtı ki, içtihad onlara giremez” cümlesinde bu anlamda kullanılmıştır.

g. En son olarak Bediüzzaman zârûret kelimesini, haramı helâl kılan zaruret hali için kullanır.

Dipnotlar:

  1- Mustafa Baktır, İslâm Hukukunda Zaruret Hali, Akçağ Yayınları, Ankara, ts., 2-3.

  2- Osman Öztürk; Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı Yayınları, İstanbul 1977, s. 125 (Madde 21).

  3- Ali Haydar, Dürerü’l-hukkâm Şerhu Mecelleti’l-ahkâm, 3. Baskı, İstanbul 1330, I, 79.

 4- Vehbe ez-Zühaylî, Nazariyyetü’d-darûreti’ş’şer‘iyye, 2. Baskı, Bağdat 1979, s. 67-68.

  5- Bakara, 2/173; En‘âm, 6/145; Nahl, 16/115.

  6- Bakara, 2/185.

  7- Abdülkerîm Zeydân, el-Vecîz fi usûli’l-fıkh, el-Mektebetü’l-İslâmiyye, İstanbul, 1979, s. 38.

  8- Bk. Baktır, İslâm Hukukunda Zaruret Hali, s. 196-203.

  9 - İbn Teymiyye, Mecmûu Fetâfâ, XX, 48.

10- Baktır, İslâm Hukukunda Zaruret Hali, s, 231-250.

Okunma Sayısı: 6806
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı