Gökhan Hotamışlıgil, Türkiye’nin bilimdeki en parlak yıldızlarından biri olarak kabul ediliyor.
Genetik, metabolizma ve kompleks hastalıklar uzmanı olan Prof. Dr. Hotamışlıgil, 1962 yılında Rize’nin Pazar ilçesinde doğmuş ve nihayet Amerika’daki Harvard Üniversitesi’nde profesör olmuş bir ilim adamı.
Son birkaç yıldır adı Nobel ödülü alabilecek kişiler arasında sayılan Dr. Hotamışlıgil, doktor olan babasından bahsederken “Babam Anadolu’da hekimdi. Muayenehanesi çocuk parkından daha eğlenceliydi. İnsanlar ellerini öper, parası olmayan tavuk, yumurta, tereyağı getirirdi. Dağlarda, kim olduğu belli olmayan insanlarla kan teması içindeydi. Bu zor koşullarda kendine bakamadı, hastalandı. Hacettepe Tıp Fakültesi yeni kurulmuştu, bir ümitle tedaviye gitti. Oradan mektup yazmıştı, şimdi bile gözlerim yaşarır. (Ne diyordu?) ‘Burası muazzam bir yer. Ama gecesi 125 lira. Doktor olmasam tedavi olmama imkân yok. Allah gariplere yardımcı olsun’ diyordu” demiş.
“Bingöl’de mecburî hizmet yaparken kendimi birden Harvard’da buldum” diyen Prof. Dr. Hotamışlıgil’in “Bugünkü eğitim sistemini nasıl görüyorsunuz?” sorusuna verdiği cevap da dikkat çekici: “Eski coşkuyu bazen göremiyorum. Büyük çoğunluk için 40 yıl önceki düzey var mı, emin değilim.” “Bilimle uğraşmak, laboratuvar yönetmek nasıl bir şey?” sorusunun cevabı da şöyle olmuş: “Pek hayatım olmadı. Haftada 100 saate yakın çalıştım. Gece gündüz, eve gittikten sonra, az uyuyarak... Şimdi biraz dengeliyorum. Yanımda çalışanların da gece gündüz çalışmasını istemiyorum artık. Sadece makale okuyarak, deney yaparak, formül hatmederek olmaz. Düşünmek, kurgulamak, değişik alanları birleştirmek lâzım.
Bunun için perspektifin, felsefi anlayışın gelişmesi, ahlâkî çerçevenin oturması; onun için de bir hayat gerekiyor. Film izlemek, san’atla ilgilenmek, insanlarla tanışmak gerekiyor. Bunları da annemden öğrendim.” Çocuklarını başarılı olmaya zorlayan hepimiz için de bir uyarı var: “Hep sonuç, başarı isteniyor. Bu, bilimi dejenere eden bir şey. Bilimde yapılanların 10’da 9’u çalışmaz. Gerçek bilim insanının yanlış yapmaktan zevk almayı bilmesi gerek.”
“Bugün Türkiye’de bilim nasıl?”ın cevabı da önemli: “Kaynak olarak inanılmaz artış var. Ama evrensel bilimi ileriye götürecek katkıları henüz yapamıyor. (Neden?) Uzun bilim-araştırma geleneğimiz yok. Bunun yerleşmesi ve üretken olması zaman alıyor. Üniversite yapılanmasında reforma ihtiyaç var. Ama üniversiteleri kontrol altında tutma alışkanlığı askerî darbelerden beri peşimizi bırakmıyor.”
Prof. Dr. Hotamışlıgil’in üniversitelere reform tavsiyesi de şöyle: “Bir üst kurum tüm sistemi idare etmemeli. Ben Harvard’da bir bölüm yönetiyorum, bir düzine öğretim üyesinin ihtiyacını karşılamakta zorlanıyorum. Biraz rahatlasak güven ve huzur ortamı olur, olmalı. İnsanlar da fikirler de kutuplaştı. Sadece bizde değil, tüm dünyada. Bilimsel tartışmalar bile siyah ve beyaz oldu. Tartışma politize olunca, polarize olması (kutuplaşması) kaçınılmaz. ‘3 P illeti’ diyorum: Politize, polarize, paralize!”
Beyin göçü konusundaki bir soru ise şöyle cevaplandırılmış: “30 yıldır Amerika’dayım, ama ben Türk’üm. Amerikalı olamıyorum! Hâlâ bağlantım var. Yakında çok üst düzeyde eğitilmiş, çok güçlü bir bilimsel diasporamız olacak. Peki bunlarla sağlıklı bir köprü kurabilecek miyiz? Kurabilirsek ‘beyin gücü’ deriz.
Kuramazsak ‘beyin göçü’ diye kalır. 20 yıl içinde gurur duyacağımız yüzlerce bilim insanı çıkacak. (...) Artık hiçbir problem tek başına veya bir laboratuvarda çözülemiyor. Değişik alanlarda çalışan, geniş çaplı bir ‘kritik kütle’ gerekiyor. Bir grup ve ekosistem yani... O insanlar da güven dolu, huzurlu ve özgür bir ortam istiyor. Akademisyenler çok kırılgandır, güvenceye almak gerekir. Kuş gibidirler, biraz sıkarsanız elinizde ölürler. Bu konularda almamız gereken yol var.” (Konuşan: Çınar Oskay, Hürriyet, 14 Nisan 2018)
Türkiye’yi idare edenlere tek sorum olacak: Bu ve benzer isimlere Türkiye’deki eğitim problemlerine çare arama noktası da tek bir görüş soruldu mu? Sorulması düşünülür mü? Verilen cevaplar dikkate alınır mı?