Büyükelçi (E) Ahmet Süha Umar,” (AKP iktidara gelmeden önce) Türkiye o tarihlerde Filistin’e, bugünkünden çok daha fazla destek olabiliyordu, çünkü İsrail’e de söz geçirebiliyordu” dedi.
Büyükelçi (E) Ahmet Süha Umar Yeni Asya’ya yaptığı değerlendirmede “Türkiye’nin, Filistinlilerin haklarının teslim edileceği bir çözüme kavuşturulması için Filistin’e destek olması doğrudur. Ancak bunu yaparken desteğin niteliği ve yöntemi kadar ‘Hangi Filistin’e?’ sorusunun cevabı da doğru belirlenmelidir. Unutmayalım ki HAMAS, Yaser Arafat’ın başında olduğu Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) -Oslo görüşmelerinden sonra şimdi Filistin Ulusal Yönetimi (FUY)- bölmek ve zayıflatmak için İsrail’in desteği ile kurulmuş bir örgüttür” dedi.
Filistin’in de lehine
Türkiye ile İsrail arasındaki ticari ilişkiyi değerlendiren Umar şunları kaydetti: “AKP iktidara gelinceye kadar Türkiye’nin, din-mezhep esasına dayanmayan, uzun vadeli, iyi düşünülmüş ve dikkatle uygulanan, doğruluğu, yararı kanıtlanmış bir Ortadoğu politikası vardı. Bu politikanın temelini, Ortadoğu’nun ve Ortadoğu devletlerinin iç sorunlarına karışmadan, İsrail dâhil, bölge ülkelerinin tümü ile iyi ilişkiler sürdürmek; özellikle bölgedeki ekonomik çıkarlarımızı korumak oluşturuyordu. Bu politika Türkiye’ye ekonomik açıdan önemli kazançlar sağlıyor, ayrıca İsrail dâhil, bölge ülkeleri nezdindeki ağırlığını artırıyordu. Yine bu nedenledir ki Türkiye o tarihlerde Filistin’e, bugünkünden çok daha fazla destek olabiliyordu, çünkü İsrail’e de söz geçirebiliyordu. Bugün de, hele Doğu Akdeniz petrol ve gaz yatakları konusu da böylesine önem kazanmışken, Türkiye’nin Mısır gibi İsrail’le de ekonomik ilişkilerini geliştirmesi doğru bir politikadır. Tekrar ediyorum, bu politika, Filistin’in de lehinedir.”
Sorunun çözümsüz kalmasını istiyorlar
Dünya ülkelerinin, Filistin’de yaşanan hak ihlallerine sessiz kalmasını tek bir nedene bağlamanın yanıltıcı olduğunu dikkat çeken Umar, “Geçmişte yaşanan Yahudi soykırımının getirdiği suçluluk/borçluluk duygusu; dünyada kamuoyu oluşturulmasında belirleyici rol oynayan önemli ülkelerde yerleşik Yahudilerin, o devletlerin tutumlarında etkili olmaları; Ortadoğu’da yaygın biçimde uygulanan emperyalist politikalar; Ortadoğu petrolüne hâkim olma isteği ve hırsı; Arap ülkelerinin bir türlü beklenen sonucu vermeyen devlet olma çabaları; Filistin sorununun çözülmesini değil, çoğu kez çözümsüz kalmasını istemeleri; kendi aralarındaki bitmeyen çekişmeleri. Bunların hepsi dünyanın bu tutumunda rol oynamaktadır. Arap ülkelerinin ancak kendi çıkarlarına uyduğu kadar destek verdikleri Filistin’e, diğer dünya ülkelerinin daha fazla sahip çıkmalarını ve desteklemelerini beklemek gerçekçi değildir” dedi.
İsrail halkı ırkçı insanlardan oluşmuyor
İsrail tarafından Filistin halkına şiddet uygulanmasına İsrail halkının karşı çıktığını ve bunun için yaşamlarını tehlikeye attığını söyleyen Umar, “İsrail halkı, sadece aşırı sağcı, ırkçı insanlardan oluşmuyor. Geçmişte insanlar bu tutumlarını çeşitli biçimlerde gösterdiler. İsrail halkının bu bölümü ve onların desteklediği İşçi Partisi (Likud) gibi partiler barıştan ve birlikte yaşamaktan yanadır. 1990’lı yıllarda büyük umutlar doğuran Orta Doğu Barış Süreci bu insanlar ve onların seçtiği, Yitzak Rabin, Shimon Peres gibi yöneticiler sayesinde yaşama geçirilebilmişti. Süreç hem ikili planda hem Türkiye’nin de yer aldığı çoklu planda ciddi ilerlemeler de kaydetmişti. Ta ki 1996’da Netanyahu iktidara gelinceye kadar” dedi.
Filistin meselesinin çözümü belirsiz bir geleceğe bırakılıyor
İsrail’in İslam ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirdiği, Netanyahu iktidarıyla birlikte ise Filistin’e yönelik işgal ve baskı politikalarını daha da yoğunlaştırdığı bir ortamda Filistin sorununu değerlendiren Süha Umar, “ABD’nin tek süper güç olarak Ortadoğu’da da egemen olmaya çalıştığı dönemde Ortadoğu Barış Süreci gündeme gelmiş ve uygulamaya geçirilmişti. Sürecin önemli bir yol aldığı da görüldü. Ancak 1995’te Rabin’in öldürülmesi, hemen arkasından, 1996’da Netanyahu’nun iktidara gelmesi bu süreci kısa sürede öldürdü. Bu Netanyahu hükümetinin o zaman da bilinçli bir politikasıydı. Bu politikanın araçları, varılan anlaşmaların yok sayılması; iki devletli çözümün unutturulmaya çalışılması; İsrail’in yükümlülüklerini yerine getirmemesi; anlaşmalar uyarınca terk edilmesi gereken Filistin topraklarının boşatılmayıp, aksine o bölgelerde yeni Yahudi yerleşim birimleri kurulması ve Filistin halkına karşı devlet terörüne geri dönülmesiydi. İsrail, ABD’nin de desteği ile başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap ülkeleri ile ilişkilerini yeniden düzenlemek gereği duydu. Eksik bile olsa olumlu bir gelişme olarak görülebilecek bu süreci de, hakkında ciddi yolsuzluk iddiaları, davalar ve beLki de tutuklanıp hapsedilme tehlikesi ile karşı karşıya olan, içeride son derece nazik bir durumdaki Netanyahu sona erdirecek gibi. Netanyahu kendisini kurtarabilmek için ülkesinin, halkının geleceğini ve Ortadoğu’da barış olasılığını tehlikeye atacak gibi görünüyor. Ancak bu kez işi daha zor olabilir, çünkü dünyadaki gelişmeler, en büyük destekçisi ABD’nin artık eski gücünün kalmadığına işaret eder yönde. Üstelik şimdi hem dünyada, hem Ortadoğu’da, Rusya’nın Suriye nedeniyle bölgeye geri dönmüş olması bir yana, Çin gibi çok güçlü, yeni bir oyuncu da var. Bütün bu gelişmeler, belirsizlik ortamı, bölgede ve dünyada hızla değişen dengeler, Filistin sorununun çözümünü yine belirsiz bir geleceğe bırakacak gibi görünüyor. Ortadoğu’da yeni bir düzen kurulabileceğinin ciddi işaretleri her geçen gün biraz daha görünür hale gelirken, Türkiye’nin, ‘Erdoğan düşerse, Kudüs düşer’ gibi, iç politikaya dönük, içi boş söylemlere bel bağlaması, bütün bunların pek de farkında olmadığını gösteren duruşu ve tutumu, yakın geçmişte yapılan vahim dış politika yanlışları ile de birleşince, doğrusu insanı rahatsız ediyor” dedi.
SÜMEYYE IŞIKÇI - İSTANBUL