Jakoben laiklik uygulamalarını yürütenler, 1926’dan itibaren cemaatleri (ve tarikatları) daima illegal (kanun dışı) gösterdi. Eski TCK 163 bu işe alet edildi.
Ama dinî cemaatler bu dindar milletin gözünden hiçbir zaman düşmedi. Dileyen yakınlaştı, beğenmeyen uzak durdu. Ama bu yapılar daima meşru kaldı, vicdanî hukukun içinde görüldü.
TCK 163 1991’de neredeyse konsensüsle yürürlükten kaldırıldıktan sonra cemaatlerin meşruiyeti legalite ile de desteklendi.
Bunun üzerine, o eski günlere dönmenin ve cemaatleri kanunla yasaklayıp cezalandırmaya çalışmanın “neredeyse imkânsız” olduğunu gören Zındıka Komiteleri plan değiştirdi.
Yeni plan, itibar suikastları ile cemaatleri gözden düşürmekti.
Zira biliyorlardı ki “gözden düşen gönülden de düşer”.
Bunun için en iyi vasıtalardan biri iktidar kavgaları idi.
***
2001 ve sonrasında kol kola sokulup “aynı yollarda beraber yürütülen” “Siyasal İslâmcı”larla “Bürokratik İslâmcı”lar önce ETÖ kısaltmasını birlikte kullandı, ama gün geldi o kısaltmaya harf eklendi ve bir zamanların “devlet nezdinde en makbul cemaat”i bir terör örgütü olarak karşımıza çıkarıldı. Aklı başında herkes sonraki eklenecek harfi merak eder oldu.
Herkes biliyordu ve şimdi de biliyor ki biat etseydi ya da biatını mutlak sürdürseydi, sarı öküz ölmeyecek ve ortaklık bozulmayacaktı. O “Hoca” en makbul sivil hoca olarak kalmaya devam edecekti.
“Kabahatin büyüğü kimde” gibi sorular sadece alıcı olana ders verir.
“Dindarların iktidarı”na biat etmeyi reddeden dindara kulp takıp itibarını söndürmek için bahane arayan bulur.
Bu yüzden, zaten bilinen “devleti ele geçirme ve kılcallara sızma” arzusu, gün geldi o ilk operasyonda araç olarak kullanıldı.
***
Şimdi başka bir operasyonun işaret fişekleri parlıyor. Sütre gerisindeki ateşleyicilerin kimler olduğunu ve iktidarın ve yargının nasıl alet edildiğini, dikkatli bakanlar görüyorlar.
Süleymanlılar ya da Süleymancılar olarak bilinen cemaatin “cemaat” olduğu açık. Bunlara “paralel devlet” de yapışmaz, darbeci bir cuntanın içinde de olamazlar zira devlette yoklar ve bunu herkes biliyor.
Ama “dindar fakat muhakemesiz” insanlar nezdinde imajlarını bozmak için malzeme bol ve hazır: Muhaliflerin Cuma namazı kıldığı mescidleri için Diyanet de alet edilip fetvası alınarak “zaten mescid-i dırar açtılar, hain bunlar” de denir, “hileli para topladılar ya da vergi dışı kaynak kullanıp holdingleştiler” de…
Biz bile hatırlarız. Çocukluğumuzda “toplayıcılar” fındık harmanı vakti köylere toplamaya çıktıklarında “Boş çevirmeyelim” diyerek veren verirdi, ama ikrah edip vermek istemeyenler onları uzaktan görünce “Vermek zorunda kalmayayım” diye pencerelerinin darabalarını bile kapatırdı, hem de harmanda serili fındık varken!
Hem Ekrem İmamoğlu’nun onların yurtlarında kalmış olduğu gibi hususlar da “iyi” malzemeler. Yeter ki birileri muhalefeti şeytanlaştırıp düşmanlaştırmaya devam etsin.
Hem hatırlayalım ki Özgür Özel de kızını “o cemaat”in okullarında okutmuştu…
Yani iş “kurt kuzu” misalindeki gibi ve imaj bozmak için malzeme hazır. Yeter ki düğmeye basılsın.
Bu gibi tezviratları duyan muhakemesizler de kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Öncekilerde de bakmadı netekim(!).
Üstelik onların bir tür düşman saydıkları İmam Hatip’lerden yetişenler de şimdi iktidar (ya da kendilerini iktidar sanıyorlar) ve dolayısıyla hücum için kurşun askerler de hazır.
Bu cemaatin üst kadrosunun mensuplarının reylerini cebine doldurup kapı kapı gezerek oy ticareti de yapıp yapmadığı ve karşılığında yerel yönetimlerden ya da genel yönetimden ne istendiği ve ne alındığı gibi hususlar elbette tartışılabilir.
Ama “Bu sefer tutmaz, bunlara tutmaz, bu konular topyekün ifna ve kriminalize etmek için kullanılamaz” diyenlerin haklı olup olmadığını da zaman gösterecek.
15 Temmuz öncesinde ve sonrasında yaşanan zulümleri ve imaj ve itibar kayıplarını mesela Kasım 2012’de Yeni Asya dışında kimler öngörebildi?
***
Adımız Doğrucu Davut.
Unutmayalım ki İstanbul ve Ankara’daki iktidarını oy hesabı ile kaybeden ve Türkiye’deki iktidarını da %2’lik kılpayı ile elinden kaçırma riskini yaşamış olan bir iktidar var ve hukuka uymak gibi bir derdi yok. Üstelik gidip yeniden gelmek gibi bir imkânının olmadığını da çok iyi biliyor.
Pişirilmiş ve yenmeye hazır hale gelmiş yumurtayı yumurtayla kırarlar. Yumurta tek kalınca da taşa vururlar. Bazen de o son yumurta, yumurtaların arasında duran yumurta görünümlü taşla kırılır.
Cemaatlerin kendisine çeki düzen vermesi gerektiği doğru ve başka mesele. Devletin derinlerinde planlanan operasyonlarla “cemaat” kavramının kendisinin zihinlerde yerle bir edilmekte olduğunu görüp göstermek ise daha başka mesele.
Biz cemaatler için sivillikten ve devlet için de muhalefeti meşru gören demokrasiden yanayız.
Bu tür operasyonların adaleti için ise “yargı bağımsız olmalıydı” diyenlerdeniz.