Meydana gelen deprem münasebetiyle gördük ki, algı operasyonu etkili oldu. Aldatma ve iftira operasyonlarıyla karşı tarafı karalama siyaseti etkili oluyor maalesef.
Yanlış anlaşılan bir konu var. Hz. Peygamber (a.s.)’in şu hadis-i şerifi: “Harb hileden ibarettir.”[1]
Müslüman bir kimsenin karşısındakini aldatma, meşru olmayan yollarla operasyon düzenlemesi değildir. Hadis şöyle yorumlanmalıdır: “Harbin, hile oluşu, karşıdakine zulmetmeyi, âdil olmayan tavır ve davranışlar sergilemeyi gerektirmediği gibi bunu meşru da kılmaz.” Bu hadis-i şerif savaşla ilgili durumlarda geçerli olur. Halbuki bazılarının anladığı gibi sulh durumlarında geçerli olmaz.
Ülkemizde insanların büyük bölümü, nasıl bir hayat arzuladıklarına dair yeteri kadar fikir sahibi değiller. Özellikle kamusal alandaki “biat kültürü” toplumsal yenilenmenin ve iyileşmenin önündeki büyük engellerden biri. Bu olgu ile yüzleşmek ve belki de sorumluluk almak zorundayız.
Günümüzdeki biat uygulaması farklılık arzeder. Asr-ı saadette, Medineli müslümanlar Resul (a.s.)’a Akabe’de biat etmişlerdi.
Hudeybiye’de sahabilerin, “Ölmek var, dönmek yok” şeklindeki Biat-i Rıdvan’ı, Kur’an-ı Kerim’de övülür. Bu hatıranın devamı olarak Hazret-i Ebu Bekr halife seçilirken, Hazret-i Ömer ondan elini açmasını istemiş ve tutarak biat etmişti.
Osmanlı döneminde tahta çıkışın tescillendiği biat merasiminde, saray çavuşları hep bir ağızdan “Padişahım çok yaşa! Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var!” diye alkış tutarlar. Burada nasihat da var.
Başlangıçta daha çok dinsel bir tema taşıyan biat, sonraları siyasal bir nitelik kazandı ve İslam devletinde yönetenle yönetilen arasında, yazılı olmayan ama üstü kapalı yapıldığı kabul edilen bir bağlılık sözleşmesi anlamı taşımaya başladı. Osmanlı İmparatorluğu’nda Yavuz Sultan Selim’in halifeliği üstlenmesinden sonra “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi konumuna geçen” padişaha biat esastı.
Biat kültürü liderin, şefin veya herhangi bir otoritenin emrinin ve faaliyetlerinin sorgulanmadığı sosyal iklimi tanımlamaktadır.
Kaynak: [1]Buhârî, Cihâd 157, Menâkıb 25, İstitâbe 6; Müslim, Cihâd 17, 18. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 92, Sünnet 28; Tirmizî, Cihâd 5; İbni Mâce, Cihâd 28