Yaptığımız amelleri değerli kılan ve o amelin kabulüne vesile olan ihlâstır.
Bu sebeple her amelimizin ihlâslı yapılması ve ihlâslı olarak devam ettirilmesi gerekir. Şahsî amellerimizin ihlâsının korunması için o amellerin şahs-ı manevî hesabına yapılması yani şahsilikten çıkartılıp, şahs-ı manevileştirilmesi gerekir. Şahs-ı maneviyeye dahil olan amellerin ihlâsı korunur, şahsî kalan ameller ise bir ihlâssız hareketle iptal olabilir. Çünkü adem-i ihlâsın amelin iptaline sebep olduğu Nur hakikatlerinde beyan edilmektedir. “Amellerim şahsî kalsın” demek gösterişe, rekabete, halkın takdir ve tahsinlerini beklemek gibi ihlâssız davranışlara yol açabilir. Şahsî amellerde dünyevî mükâfatları gözetme tehlikesi bulunur. Şahs-ı manevî hesabına yapılan ameller ise ihlâsla çevrilmiş muhkem bir daire içerisinde yer aldığından sayılan tehlikelerden uzaktır.
Bu sebeple amellerimiz şahs-ı manevî hesabına gerçekleştirilerek şahsilikten kurtarılmalıdır. Böyle amellerin ihlâsı korunduğundan, derecesi, kıymeti, ulviyeti, ehemmiyeti yükselir.
“...Binler derece şahsımdan ehemmiyetli olan Nurlar’ın kuvvetli derslerini ve şakirtlerinin sarsılmaz ve susmaz şahs-ı mânevilerini...” (Tarihçe-i Hayat) tesbitinde de ifade edildiği gibi şahs-ı manevî, şahsımızdan ne derece yüksek ise şahs-ı manevî hesabına yapılan amellerde o derece şahsî kalan amellerden üstündür.
“Böyle küçük meseleler için kıymettar vaktimi sarf etmektense, o çok kıymetli vaktımi zikir ve fikir gibi kıymettar şeylere sarf edeceğim deyip çekilerek ittifakı zayıflaştırmayınız” (Yirminci Lem’a) ifadesi, şahs-ı manevîden uzaklaşıp şahsî amellere yönelmenin yanlışlığını göstermektedir.