Bayramlar herkesin sevdikleri ile birlikte olduğu günlerdir.
Fakat bir zat var ki bayram günlerini bile hapiste, tecritte, sürgünde geçiriyor. “…Bu yirmi senede bana verilen azap, bütün bütün kanunsuz ve keyfî bir muameledir. Bu yirmi sene kırk bayramımı münzevî, yalnız geçirdim.” (Emirdağ Lâhikası) Hakikati, kanunsuzluk ve keyfiliğin ulaştığı son noktayı ifade ediyor. Şahısların açtığı yalnızlık zindanları Risale-i Nur şahs-ı manevisinin varlığı sayesinde kapanıyor.
Şahs-ı maneviyeye intisabı olanlar hiç yal nızlığa düşmezken, şahısların peşinde koşturanlar ise kendileri yalnızlığa düştükleri gibi başkalarının da yalnızlığına sebep oluyorlar. Şahs-ı manevî yalnızlığa düşürmediği gibi hiçbir zamanda yalnız bırakılma korkusu yaşatmıyor. Şahs-ı maneviyeye intisap olunca kırk bayramın getirdiği yalnızlık hüznü bile sineye çökmüyor. Kırk bayram değil, kırk bin bayramda yalnız geçirilse şahs-ı manevî bütün yalnızlık elemlerini teskin ediyor. Şahıslara bağlı olanların ise ne zaman yalnızlığa düşecekleri ya da bir başka ifade ile ne zaman yalnız bırakılacakları belli olmuyor. Şahısçılık dolayısıyla; mahiyetleri cüz’î, kıymetleri şahsî, nazarları mahdut, kemâlleri mahsur, lezzet ve elemleri âni olanlar yalnızlığa çok yakın iken şahs-ı manevinin büyük havuzdan istifade edenler ise yalnız kalmaktan uzaktırlar.
“Buranın çok şiddetli kışı ve odamın çok soğuğu ve üç hazin gurbetin tesiri ve üç asabî hastalığın sıkıntısı ve bütün bütün yalnızlıkla kabil-i tahammül olmayacak çok zahmetlere maruz olduğum halde, Hâlıkıma hadsiz şükrederim ki, her derdin en kudsî dermanı olan îmanı ve îman-ı bilkaderden, kazâya rıza ilâcını imdadıma gönderdi, tam sabır içinde şükrettirdi. (Kastamonu Lâhikası) hakikatince, iman ve imanın getirdiği Nurlar sayesinde bütün yalnızlıklara tahammül edilebilir. İmanın bir neticesi olan şahs-ı manevî, gurbet ve yalnızlık elemlerini üzerimizden kaldıracaktır.