Risale-i Nur talebeleri kendi mesleklerini muhafaza etmekle vazifelidirler.
Bu aslında bir vazifeden öte bir mesuliyettir. Mesleğine hakikî ve ciddî manada sahip çıkmakla ancak bu mesuliyet yerine getirilmiş olur. Bu noktada verilecek küçük tavizler bile zamanla bir zafiyete döner. Siz öyle görmesiniz bile bu zafiyetler dışarıdan rahatça fark edilebilir. 
Mesleğinize sıkı bir şekilde bağlıyken hiçbir fırsat bulamayan ve size yaklaşamayan şiddetli hücumlar mesleğinizden uzaklaştığınızda elini kolunu sallayarak sizin içinize sokulur. Çünkü sizi kuşatarak koruyan meslek zırhı kırılmıştır. Artık saldırılar buraya çarparak geri dönemez. Bunun için bu zırha kuvvet vermek gerektir. Buna başarabilmekte ancak “benim mesleğim” anlayışını yerleştirmek ve sağlamlaştırmakla mümkündür. 
Hulusî ağabey bunu başarmış ve bizzat uygulamıştır. “Malatya seyahatimde oradaki alâkadarların çalışma tarzlarını söyledim. Büyük Doğucuların bu fakiri kendi zümrelerine katmak hususundaki tekliflerine, ‘Büyük Doğuculuk siyasî bir teşekkül müdür?‘ diye sordum. ‘Evet’ dedikleri için, ‘Sizin yalnız imanî ve Kur’ânî mesâildeki müşkillerinizi ve izahını arzu ettiğiniz noktaları Risale-i Nur’un yardımıyla halle çalışırım. Benim mesleğim, ihtiyar ve şuurum taallûk etmeden Risale-i Nur dairesinde istihdamdan ibarettir. İman ve Kur’ân meselelerinize hemfikrinizim. Fakat siyasetle iştigal edemem’ meâlinde cevap verdim.”1 
Evet, her Nur talebesine karşı başkaları onları kendi zümrelerine katmak ve onlardan faydalanmak isteyebilir. Ancak burada Hulusî ağabeyin ortaya koyduğu duruşla hareket etmek özellikle siyasî yönü olan zümrelere dikkat etmek lazımdır. Bizi kendi mesleğimizden dışarıya çekmek isteyenlere karşı; “Benim mesleğim, ihtiyar ve şuurum taallûk etmeden Risale-i Nur dairesinde istihdamdan ibarettir” diyebilmek gerektir. Kendi ihtiyar, irade ve aklını karıştırmakla hareket etmek ise kaybetmeye ve manevî mesuliyeti boynumuza yüklenmeye sebeptir. 
Dipnot: 
1- Emirdağ Lahikası-II, s. 477.