Risale-i Nur’u tanıdığım altmışlı yılların sonunda, şimdiki gibi hemen her yerde, her mahalde tam tefriş edilmiş, lüks sohbet mekânları yoktu.
Çok kısıtlı imkânlarla içinde hiçbir beyaz eşyanın olmadığı, kışın odun kömürle ısıtılan dersanelerde Nur hizmetleri yapılıyordu. Günün her saatinde derli toplu, temiz ve düzenli köy evlerinden farkı olmayan bu mekânlarda huşu ve huzur içinde, verimli Nur derslerinin tadına doyum olmazdı.
Şimdiki gibi lüks koltuk ve kanepelerin bulunmadığı bu mekânlarda her kesimden, her yaştan müştaklar diz üstünde şevkle heyecanla gecenin geç saatlerine kadar Nur derslerini dinledikten sonra şimdiki gibi herkesin özel arabası olmadığından yayan olarak evin yolunu tutarlardı. İşte bu fedakâr hizmet erleri de bütün zorluklara ve imkânsızlıklara rağmen, iman Kur’ân hizmetlerinde adeta destanlar yazdılar.
Son yıllarda gayretlerimizi, himmetlerimizi hizmetlerde amaç değil, birer araç olan dersane inşaatlarına teksif ederek, hemen hemen bir çok hizmet mahallerinde içinde bütün zarurî olan hatta olmayan ihtiyaçları temin edilmiş, dayalı döşeli, lüks sayılacak hizmet mekânlarına sahip olduk.
Eskiden olduğu gibi artık yasaklamalar, baskılar, mahkemeler yok... Altımızda özel arabalarımızla zahmet çekmeden ders mahallerine kolayca gidip gelebiliyoruz. Uzak yerlere kısa sürede ulaşmak için uçaklarla rahatlıkla seyahat edebiliyoruz. Eskiye nazaran hizmet elemanlarımız ve maddî imkânlarımız da var. Kısaca hizmetlerimizi engelleyecek maniler hemen hemen yok gibi.
Şimdi sizce de kendi kendimizi bir sorgulama zamanı değil mi? Bir nefis muhasebesi yapmaya ne dersiniz?
Elimizdeki imkânlarımızla mütenasip bir hizmeti ortaya koyabiliyor muyuz? Eskiye nazaran lüks sayılabilecek o dersanelerimizin içini doldurabiliyor muyuz? Hizmet uğruna ne gibi zahmetleri, hangi meşakkatleri göze alabiliyoruz? Muhtaç gönüllere Nurlar’ı ulaştırmak için ne gibi gayretlerimiz oluyor? O dayalı döşeli dersanelerin temizliği ve düzenine gerekli itina gösterebiliyor muyuz? Buralarda yeteri kadar Nurlar okunuyor mu? Sünnet-i Seniyye üzere bir yaşantıya özen gösteriliyor mu?...
Başta Üstadımız olmak üzere saff-ı evvel ve sonrasındaki ağabeylerimizin binbir emeklerle, nice zahmet ve meşakkatlerle, ağır bedeller ödeyerek günümüze taşıyarak bize emanet ettikleri bu kudsî dâvâya hakkıyla sahip çıkıp, bizden sonraki nesillere tevdi etmek için ne gibi fedakârlıklarda, hangi gayretlerde bulunuyoruz?
Ne gibi zahmetlerde, meşakkatlarda bulunabiliyoruz? Yoksa lübü (özü) ihmal edip, kışır (kabuk) ile mi meşgul oluyoruz?