"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Tarihe iman nuru ile bakmak

Hüseyin Şahinoğlu
26 Eylül 2019, Perşembe
İman bir nûrdur.

Bu nûr ile kâinata bakan bir kimse, seviyesine göre baktığı şeyde İlâhî irade ve kudreti görür. Ancak İlâhî bir ihsan olan bu nûru elde etmek için kulun, mahiyetine konulan insanî donanımlarla kendisine, etrafındaki varlıklara ve kâinata bakarak var oluşun ve varlığın devamının varlıklardan kaynaklanmadığı, bunun ötesinde bir İradenin bulunduğu, bulunması gerektiği sonucuna ulaşması gerekir.

Yüzeysel nitelikli çabalardan çileli ve derinlikli gayretlere kadar çok mertebeleri olan bu süreç sonunda, Yaratıcı’nın bu tür kullarının kalbine ilka ettiği iman nûru artık fizikî varlıkları arkaplanıyla aydınlattığı gibi ferdî, ailevî ve toplumsal olayları da yine kişinin seviyesine göre aydınlatır.

Bu noktada belli seviyeye gelmiş bir mü’min şahsî hayatında karşılaştığı olayları, sıkıntıları, musîbetleri hem kendi irade ve tutumuna bakan yönleri, hem de Yaratıcıya bakan (kaderî) yönleri ile görüp değerlendirebilir. Bu değerlendirmelerde isabet kaydedeceği gibi kimi zaman –eksikleri dolayısıyla- hata da yapabilir. Meselâ terli iken soğuk su içmiş, ertesi gün de rahatsızlanmışsa bunun kendi hatasına karşılık âdilane bir sonuç olduğunu bilir. Bahçesindeki ağaçları kendisine bakan yönleri itibariyle sulamış, gübrelemiş olduğu halde beklediği meyveyi alamamış ise bunun şükür eksikliği ile alâkasının olduğunu düşünür; istiğfar eder. Sıkıntılı bir iş arkadaşı yahut bir komşusu varsa ve zaman zaman haksızlığa maruz kalıyorsa bunun kendisinin ona karşı “şefkat-i imaniye”nin gereğini yapmamaktan kaynaklanabileceğini fark eder. Bir hayvana bakmamış yahut masum bir kedinin canını yakmış, sonra da kendisi darda kalmış yahut ummadığı bir olaydan dolayı canı yanmışsa, bunun kendisinin o hayvana karşı sergilediği tutumun neticesi olduğunu idrak eder. Hiç kusuru yokken bir çocuğunu kaybetmiş ise bunun tamamıyla bir imtihan olduğunu teslim eder ve bu imtihan vesilesi ile alması gereken çok ders olduğunu anlar, ders almaya bakar…

İşte tarih, fert bazında karşılaşılan olayların, sıkıntıların, çatışmaların toplum veya toplumlar ölçeğinde gerçekleşmesinden ibarettir. İman nûru ile ferdi hayatında karşılaştığı olayları değerlendiren bir mü’min, tarihi olaylarla ilgili olarak da bu değerlendirmeyi –şüphesiz iman ve tarih bilgisindeki seviyesi ile bağlantılı olarak- yapar, yapabilir.

İfade etmek gerekir ki bu çok zor bir iştir. Bunun için hem çok güçlü ve çok bilinçli imana sahip olmak hem de doğru ve yeterli bir tarih bilgisine sahip olmak gerekir. Ancak bundan sonradır ki iman nûru ile tarihî olaylar değerlendirilebilir. Bu değerlendirmeye “kaderî bakış” denilebilir. Ancak tekrarlanmalıdır ki bu bakış için doğru ve yeterli tarihî malûmattan başka çok kapsamlı bir “marifetullah” bilgisine ve bununla bağlantılı olarak çok hikmetli ve incelikli “kaderî düsturlara” belli oranda vukuf gerekir.

Bu konuda “bârekallah” diyeceğimiz muhteşem bir örnek olarak Üstad Bediüzzaman Said Nursî’yi görüyoruz. Onun meselâ, Uhut Savaşı’nda Müslümanların mağlûbiyeti yahut Huneyn Savaşı’nın başlarında yaşadıkları zorluklar, Cemel ve Sıffın Savaşları’nın tahlili, Birinci Dünya Savaşı’ndaki mağlûbiyetin sebebi, Ehl-i Beyt’in başına gelen zalimane muamelelerin hikmeti gibi konularda yaptığı açıklamalar çok önemli ipuçları veriyor; iman nûruna dayalı bir tarih felsefesine sahip olmak için.

Örnek olarak onun Resul-i Ekrem’in “Cennet gençlerinin iki efendisi” buyurduğu Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in yaşadıkları acıları ifade ederken yaptığı şu yorumu hatırlayabiliriz:

“Amma kader nokta-i nazarında feci âkıbetin hikmeti ise Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ve onların hanedanları ve nesilleri, mânevî bir saltanata namzet idiler. Dünya saltanatı ile mânevî saltanatın cem’i gayet müşküldür. Onun için onları dünyadan küstürdü, dünyanın çirkin yüzünü gösterdi -tâ, kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın. Onların elleri muvakkat ve surî bir saltanattan çekildi; fakat parlak ve daimî bir saltanat-ı mâneviyeye tayin edildiler. Âdi valiler yerine, evliya aktablarına merci oldular.” (Mektubât, On Beşinci Mektup)

Görüldüğü gibi Üstad Hazretleri olayı “kaderî hikmet” açısından değerlendirerek tarih kitaplarında bulamadığımız çok önemli açıklamalar yapıyor. Bizler gerek kendi hayatımız ve yaşadıklarımız gerekse toplum olarak geçmişte ve hal-i hazırda yaşadıklarımız hakkında “iman nûru” ile baktığımızda, iman ve bilgi düzeyimize göre- çok önemli boyutlara ulaşabilir, çok sağlıklı tahliller yapabilir, bunlardan ders alarak geleceğe daha yüksek bir bilinçle yürüyebiliriz. 

Yeter ki şu duâyı kavlen ve fiilen yapmaya devam edelim: “Allah’ım! Bize hakkı “hak” olarak göster ve ona uyma rızkı ile bizi rızıklandır, batılı “batıl” olarak göster ve ondan kaçınma rızkı ile bizi rızıklandır!”

Okunma Sayısı: 1348
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı