Yavuz Sultan Selim, Mısır seferine çıkmıştı. Uçsuz, bucaksız Tih Çölü’nün aşılması gerekiyordu.
Büyük İskender’i bile korkutan bu çöllerin geçilmesi öyle pek kolay değildi. Üstelik binlerce asker yüzlerce top arabası, yüzlerce deve, öküz arabasıyla birlikte...
Arabaların tekerlekleri kuma saplanıyordu. İlerlemek mümkün değildi.
Yavuz Sultan Selim kararlıydı. Bu çölü aşacak, Osmanlı’ya meydan okuyan Mısır Sultanı’nı dize getirecek ve hilâfetle buluşacaktı.
Çünkü halifelik Peygamber mirasıydı.
Geceler boyu duâ etti:
“Allah’ım, bana yol göster.”
Ve rüyalarında çöle yağmur yağdığını, yumuşak kumların sertleştiğini ve rahatça çölü aştığını gördü.
Bu bir çareydi. Yağmur kumları sıkıştıracak, sonra güneş sertleştirecekti.
Sabırla bekledi. Bir gece nihayet beklediği oldu. Şırıl şırıl yağmur yağdı. Yer sertleşti. Osmanlı ordusu Allah’ın izniyle imkânsızı başardı. Büyük komutanının izinde, çölü aştı.
“Seferimiz Allah rızası içindir” diyordu Yavuz Padişah, “Kendimiz için bir şey beklemiyoruz.”
Eğer Yavuz Sultan Selim, Tih Çölü’nü geçmeyi göze almasaydı Ridaniye Zaferi kazanılmayacak, halifelik Osmanlı padişahlarına geçmeyecekti.
Böylelikle inanç her güçlüğü yendi ve inanan insanın üstün olduğunu tarih göstermiş oldu.