Ülkenin güneyinde yangınlar kuzeyinde sel baskınları birbirini takip etmekteydi.
TV haberleri sosyal medya bu haberleri günü gününe iletmekteydi. Gazeteler biraz da magazinsel olarak hadiseleri yansıtmaktaydı. Yeni Asya’nın 14.08.2021 Cumartesi günkü manşeti ise: “İhmaller felâket getirdi. Dere yataklarına yapılan binalar, rant uğruna verilen izinler vs...” idi. Karikatür; depremler, yangınlar, seller ve adaletsizlik şeklinde tasvir edilmişti. Gazetesini masanın üzerine koydu ve fikren zamanda bir yolculuğun kendisini celbettiğini hissetti. Sanki zaman ve mekân genişlemişti. Kendisini birden o platformda fikrî bir seyahatte buldu.
Beş ya da altı yaşındaydı. Bahçelerinin duvarına tırmanıp oturduğunda gördüğü masmavi gökyüzünün kuzeyindeki kar beyazı pamuk yığınları o kadar canlıydı ki, ister istemez o zamana kadar olmadığı şekilde dikkatini çekmişti. Adının bulut olduğunu biliyordu, fakat böyle canlısını ilk defa dikkat kesilmişti. Birisi o kütleyi hareket ettirmekteydi ki epey bir süre seyretmiş ve hareketine hayran kalmıştı. Yaşadığı sürece de bulut deyince o an ister istemez hayalinde canlanmaktaydı.
Ardından gelen yağmur ve çakan şimşek, gök gürültüsü; sonradan Risale-i Nur’dan öğreneceği üzere ‘ekşi fakat merhametli’ bir simayı o bulutlara takıvermişti.
Akabinde Peygamberimiz’in (asm) Şam’a ticaret için seyahati aklına geldi. “Allahu ekber” dedi. Kâinatın övünç kaynağı O Zat (asm) için bulutlar onu gölge gibi takip etmişler hatta ona gölgelik yapmışlardı. Evet birisi tarafından onlar takip ettirilmişler ve yaptırılmışlardı. Sanki mahşerde kendisine ikram-ı İlâhî olarak sunulan ve O’nun (asm) yolunda sıdkla; reşhamisal, pürüzsüz bir muhataplıkla ümmet olanların dahi toplanacağı Livailhamd sancağının dünyada bir gölgesi ve yansıması olarak. Mahşer’i ve Rahmetenlilâlemîn olan Peygamberimizi (asm) düşündü ve o Zat’ın (asm) küllî duâlarına bir ‘amin’ hükmünde bir salâvat okudu. Aynı zamanda yağmur yüklü bulutların rahmetin kaynağı olduğunu ve Peygamberimiz’in de (asm) maddî ve manevî âlemlerin rahmetinin medarı olduğunu hatırlayıp şükretti. O rahmetin dünyevî ve uhrevî celbi ise ancak Sünnet-i Seniyyesine uymakla olmaktaydı.
Bulutlara rahmetin tecellileri ile yeryüzünün canlılarına hayat kaynağı olduğu gibi kahrının ve celâlinin de tecellilerinin o sehabın yani bulutun içinde gizlendiğini düşündü. Bakara Sûresi’ndeki münafıklarla ilgili âyetleri hatırladı. Münafıkların halinin şiddetle boşanan karanlıklı, gök gürültülü ve şimşekli bir yağmura tutulmuş yolcuların misaline benzediğini; yıldırımdan ölmek korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkadıklarını; halbuki Allah’ın kâfirleri çepeçevre kuşattığını; şimşeğin çakmasının gözlerini aldığını... Demek ki Rahîm ismi o bulutlara tecelli ettiğinde rahmet Celâl ismi tecelli ettiğinde kahır yönünde sevk edilmekteydi. Âyet-i kerîmede rahmetten mahrum kâfir ve münafıkların ruh hali belirtilirken aynı zamanda madden de celâlî sevki anlatılıyordu bulutların.
Evet, okuduğuna göre her günde yaklaşık 17 milyon ton yağışlarla yeryüzüne su inmekte ve bir o kadar da tekrar atmosfere okyanuslardan su sevk edilmekteydi. Üstad’ın tabiriyle birisi havayı elinde tutup pek çok vazifelerle tavzif edip ruy-i zeminde ‘çevik - çalak’ hizmetkâr edip bu hizmet için istihdam etmekteydi. İhtiyaç olan yerlerde bu hizmetkârlar vasıtasıyla ansızın yoğunlaştırılmakta ve dudakları kuruyan toprağın imdadına gönderilmekteydi ve canlılara ab-ı hayat olarak ikram edilmekteydi.
Bu arada Kastamonu’da rükû halindeki (şimdi olmayan) çam ağacının altında, Âyetü’l-Kübra Risalesi’ndeki bulutlarla ilgili bahsi okumuşlardı bir zamanlar. “Zemin ile âsuman ortasında muallakta durdurulan bulut, gayet hakîmane ve rahîmane bir tarzda zemin bahçesini sular ve zemin ahalisine âb-ı hayat getirir ve harareti (yani yaşamak ateşinin şiddetini) ta’dil eder ve ihtiyaca göre her yerin imdadına yetişir. Ve bu vazifeler gibi çok vazifeleri görmekle beraber, muntazam bir ordunun acele emirlere göre görünmesi ve gizlenmesi gibi, birden cevvi dolduran o koca bulut dahi gizlenir, bütün eczaları istirahata çekilir, hiçbir eseri görülmez. Sonra “Yağmur başına arş!” emrini aldığı anda; bir saat, belki birkaç dakika zarfında toplanıp cevvi doldurur, bir kumandanın emrini bekler gibi durur.” diye okurken masmavi gökyüzünde bir top beyaz bulutun şekillendiğini ve bahis okunup bittikten sonra o bulutun kaybolduğunu hayretle temaşa etmişti. Sanki o nuranî toplulukla o dersi bütün bulutların temsilcisi olarak ve onların da namına o bulutçuk ta dinlemişti.
Münacat Risalesi’ndeki bir cümleyi hatırladı: “Cevv-i sema bulutlarıyla ve şimşekleri ve ra’dları ve rüzgârlarıyla ve yağmurlarıyla, senin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ederler” dedi.
“Evet evet! Kuvvetle inanıyorum ki bu bulutlar rahmet ve kahrın tecelliyatı için halden hale zaman ve zeminin atmosferinde nizam ve intizamla çalıştırılmaktalar!” dedi kendi kendine. İşte şimdi de bir Celâl tecellisi vurmuştu bazı beldeleri. Bazen pamuk yığını, bazen büyük bir şehri bir yıl elektriği ile besleyecek dehşetli bir şimşek, Melek-i Ra’dın zikri olan gök gürültüsü, hayali geniş olanlara bir seyir, asi kavimlere birer felâket, Peygamberimize (asm) gölge ve Cehennem’den yansıyan sıcaklarda insanların gölgeliği ve daha niceleri bu bulutlarda gizlenmişti.
Cevşen’deki esmaya gitti birden fikri. “Ya men hüve yünşiü’s-sehabe’l-sigal” ism-i Cemil-i Celili’ni düşündü. Kısaca ey yüklü bulutları yoktan var edip sevk eden diyebileceğimiz bu Esma hayal dünyasını doldurdu. Yukarıdan beri zihninde sümbüllenen fikirler için de bu Esma birer rahmet esintisi olmuştu.
Fikrî zaman yolculuğundan bu Esma-i İlâhiye ile sıyrıldığında gazetenin manşetini tekrar okudu.
“İhmaller felâket getirdi. Dere yataklarına yapılan binalar, rant uğruna verilen izinler...” Demek ki, Adetullah’a muhalif, Şeriat-ı Fıtriyeye aykırı maddî ve manevî davranışlar Celâl ve Cemâl tecellileri ile yüklü bulutları yoktan var edip sevk eden Cenab-ı Hakk’ın Celâlini celp etmekteydi. O halde duâ vaktiydi. Ellerini kaldırdı ve “Ya men hüve yünşiü’s-sehabe’l-sigal! Bu isminin a’zam mertebesi hakkı için kahrından rahmetine sığınıyoruz.
Ne olur içimizdeki beyinsizler yüzünden ya da bizim bilerek ve bilmeyerek yaptığımız hatalar ve ihmaller yüzünden mukadder hale gelen kahrından lütfuna, keremine ve rahmetine ve kazândan atâna sığınıyoruz, amin!” dedi.