Bekâya meyletmiş Mevlâm gönlümü,
Bir bâkîyi bin fenâya değişmem.
Ebediyyen solmayacak bir gülü,
Bir mevsimlik bin bahara değişmem.
Azlık çokluk, varlık yokluk izafî birer kavramdır. İnsan bir denize bakar, onu çok büyük görür. Bunun yanında yavaş yavaş akan bir dereye bakar, onu da denize nazaran küçük bir su olarak görür. Halbuki, deniz ne kadar büyük olursa olsun, su miktarı aşağı yukarı sabittir. Ama o küçük derenin suyu bir yerde toplansa, denizden daha büyük bir suyu biriktirebilir. Bir de ebedî olarak akmaya devam edecek olsa, o koca deniz, derenin suyunun yanında bir damla kalır.
Zenginlik fakirlik de bunun gibidir. İnsan bu dünyada çok zengin olabilir. Parasının hesabını, mülklerinin sayısını, yatlarının katlarının miktarını bilemeyecek kadar fazla malı mülkü olabilir. Ama o servetin sefası, bu dünya için geçerlidir. Ömür bitince, en zengin insanlar da her şeyini burada bırakıp, beş metre beze sarılıp göçüp gidiyorlar. Bazılarına bir kefen bile nasip olmuyor. Karun’un hazinelerinin sadece anahtarlarını yüz devenin taşıdığı söylenir. O kadar serveti, onu gark olmaktan kurtaramamıştır.
Bu dünya, bütün güzelliğine, cazibesine, haşmetine rağmen, âhiret ile kıyaslandığında, denizden bir damla mesabesinde kalır. Çünkü güzelliği geçici, cazibesi aldatıcı, kendisi de fânidir. İnsanın belli bir ömrü olduğu gibi, dünyanın da bir ömrü vardır. Dünyanın ömrü, kıyamet kopuncaya kadardır. Bu kâinatın sahibi, dünyanın da, içindekilerin de sahibi olduğu için, bu dünya memleketini içindekileriyle beraber âhiret dediği başka bir âleme tebdil edecektir. O gün de pek uzak olmasa gerektir. İnsanın ömrü ise, çok daha kısadır, öldüğü zaman kıyameti kopar. Ölüm ise, her vakit insanın başına gelebilir.
Hem insanın ömrü, hem çok değer verdiği dünyanın ömrü bir gün mutlaka sona erecektir. Uzayıp giden emellerin önü, âniden ecel tarafından kesilir, dünyaya ait her şey o anda biter. Ömür biter ama, hayat devam eder. İnsan hayatında başka bir sayfa açılır. İşte bu yeni hayat, ebedi ve hakiki hayattır. Bu hayatta her şeyin hakiki yüzü görünür, sonsuz bir ömür insanın önüne serilir. Bu dünyada değerli görünen, uğrunda canlar verilen ne varsa, orada çok değersiz ve mânasız olduğu anlaşılır. Âhiretin nimetlerine kavuşan bir insan, dünyada en çok değer verdiği ne varsa, hepsinin birer imitasyon ve birer gölgeden ibaret olduğunu anlar.
Âhiret nimetlerini değerli kılan, onların hem çok daha güzel, hem de devamlı olmasıdır. Orada insan hayatı da sonsuz, nimetler de sonsuz olduğundan, o nimetlerin verdiği zevk de sonsuzdur. Bu kısır aklımızla, o sonsuzluğu kavrayabilmemiz mümkün değildir. O güzellikleri ancak Allah ve Resulünün verdikleri müjdelerle bir parça idrak edebiliriz. Ebu Hureyre’den (ra) rivayet edilen bir Hadis-i Şerifte, Peygamber Efendimizin (asm) şöyle buyurduğu nakledilir: “Allah Teâlâ Hazretleri ferman etti ki: ‘Ben Azimu’ş-Şân, salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım.”1 Dünyanın en güzel ve en tatlı nimetleri, bunlar yanında bir kıymet ifade eder mi? Bu dünyadaki milyonlarca ağaç, milyarlarca meyve, âhiretteki bir tek meyvenin yerini tutar mı? Bir tûba yaprağının gölgesi, dünyadaki bin ormana değişilir mi?
İnsan, gafletinden ve cehaletinden dolayı, dünyadaki hazır lezzetleri, âhiretteki çok kıymetli ve ebedî lezzetlere tercih ediyor. Halbuki, âhiret dediğimiz mekan çok uzağımızda değil. Her an bizim de oraya davet edilme ihtimalimiz var. Bu daveti reddetme imkanımız ise hiç yoktur.
Dipnot:
1-Buhari Bed'ül-Hak