"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Mezar taşlarımız üzerine

İsmail Hakkı AVCI
19 Şubat 2017, Pazar
Mezar taşlarımızın her biri, bizi maziye bağlayan birer köprüdür. Tarihî mezar taşlarımız, her yönüyle eşsiz kıymeti haizdirler.

 Mezar taşlarından, mevtanın sağlığında ne işle meşgul olduğunu öğrenebiliriz. Kabir sahibinin kadın mı, erkek mi olduğunu taşına bakarak anlamamız mümkündür. Kadın mezar taşları daha ince yapılı süslü ve umumiyetle çiçeklidirler. Ayrıca son dönem mezar taşlarının feslerinden Mahmudî (İkinci Mahmud), Azizî (S. Abdülazîz), Hamidî (İkinci Abdülhamid) mi olduğunu (onların zamanında dikildiğini) anlarız. Cellât mezar taşlarını da yazısız ve kütle halinde mezarlığın bir köşesine dikilmiş olarak görürüz. Osmanlı’nın en son devresine rastlayan mezar taşları ise, sade, yuvarlak ve düz sütun şeklindedir.

Mezarlıklarımızın ve mezar yerlerinin çoğu maalesef çeşitli tahribat ve ilgisizlikle yok olmuşlardır. Bu gün park, bina ve arsa hâlinde görülen yerlerin hemen hemen tamamı eski mezarlıklardır. Bugün -en büyük mezarlığımız olan- Karacaahmed Mezarlığı, Üsküdar’dan Kadıköy Fikirtepesi’ne kadarken çoğu kısmı ortadan kalkmıştır. Mevcut eski mezar taşlı kabirler de gittikçe azalmaktadır. Günümüzde bu nevî mezarlıklarda (Karacaahmed’de) yeni mezarlarla eski mezar taşları bir aradadır.          

Tarihî mezarlıklarımız genelde sahipsiz ve kendi haline bırakılmıştır. Bu sebeple, ‘tarihe birer köprü olan’ mezar taşlarımız bakımsız ve harap bir haldedir. Hâlbuki eski mezar taşlarımız, her cihetiyle çok kıymetlidirler. Son zamanlarda numaralandırılmışsa da yine kendi kaderine bırakılmış ve korumasızdırlar. Kasten veya ihmallerle, nadide ve tarihten birer vesika olan bu mezar taşlarının çoğu kırık-dökük vaziyettedir.                                               

Bazı mezarlıklarda (meselâ Karacaahmed’de) yeni mezarlar yapılırken bu antika taşlar kırılıp sökülerek bir tarafa atıldığını ve hatta parçalanarak yeni mezarlara taş olarak kullanıldığını çok defa görmüşüzdür. Kırılamayan veya yerinden sökülemeyen taşlardan bazılarının da yeni mezara denk gelen taraflarından kırılıp yontulmuş bir halde bulunduğu da halen gözler önündedir. (Resimlerde görüldüğü gibi…)    

Mezar taşları hakkında merhum tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı bir yazısında şöyle der:  “Ecdadımız İstanbul’un İslâmlığını bu topraklara kendi kemikleriyle çivilemişlerdir. İstanbul mezarlıklarımızın bu bakımdan büyük bir kıymeti vardır. Mezarlar, topraklarımızın bir nevî tapu senetleridirler. Mezar taşları, tedvin ve tasnif edilememiş san’at eserleridir.”

Fazıl Ayanoğlu ise, Tarih Hazinesi Mecmuası’nın 12. sayısındaki (1951) yazısında şunları söylemektedir:

“Eskiden Türk kabristanlarının sicil kütükleri bile vardı. Devrindeki bilinen dünyayı dolaşan Evliya Çelebi, yer yuvarlağı içinde İslâm-Türk kabristanları kadar iyi muhafaza edilmiş kabristan görmediğini belirtir.” 

 Günümüzde ise, bilhassa İstanbul mezarlıklarının hâli içler acısıdır. Eskilerden bu güne mezar taşları insafsız eller tarafından yok edilmeye çalışılmıştır. Atalarımızın titiz bir ihtimamla bize kadar getirip teslim ettiği mezarlıklarda tahripkâr güçler kol gezmektedir. 

Yaklaşık 60-70 sene öncesi, “Alman müsteşriklerinden Prof. Şinayder, mezarlıklarımızı tetkik ederken kabristanlarımızdaki bu tahrip devam ederse, yakın bir gelecekte buralarda tek taş kalmayacaktır. Turistler İstanbul’a kübik yapı görmek için değil; eski mezarları, türbeleri, medreseleri, kervansarayları, kubbeli ve minareli abideleri görmeye gelirler. Şehriniz bu asil ve tarihî çehresini kaybettiği gün, turistler gibi her şeyini de kaybetmiş olur.” demiştir.       

Mezar taşlarımız, yalnız turistlerin temaşa edeceği eserler değildir. Üzerinde manzum kitabe taşıyan her taş, millî divanımızdan bir yapraktır. Yine her mimarî taşın yazısı, hat tarihimiz için örnektir. Bu taşların üzerinde dil ve imlâmızın tarihî seyirlerini takip etmek de mümkündür.    

Mezar taşlarımız, taş olmaktan da öte, altında yatanların maneviyatını sembolleştirmektedir. Bizi maziye bağlayan köprülerimiz mesâbesindeki mezar taşlarımız nasıl yok edilmeye terk edilir? Birer birer göz önünden kaldırılırken vicdanlar sızlamaz mı? Mazide, gelecek nesilleri olan bizler için hayatlarını fedâ edip kanlarını akıtan, bizim için yurt edinen necip ve mümtaz ceddimize teşekkürümüz bu şekilde mi olacaktı? Onların yaptıklarına karşılık hiç olmazsa mezarlarını korumamız gerekmez miydi? 

Yeni yeni tescil edilmeye başlanan kalan (mevcut) mezar taşlarımız numaralandırılmış, fakat hâlâ koruma ve muhafazadan mahrum hâldedirler. Tescil meselesine gelince, bir taşın resminin, bulunduğu yer belirtilerek neşredilmesi ve kitabesinin verilmesi o taşın tescil edildiğini gösterir. (Biz Üsküdar Nasûhî haziresindeki taşların bir kısmını bir çalışmamızda bu şekilde vermeye çalıştık.)

Mezar taşlarımız bilhassa yakın tarihimizden bu güne neden tahrip edilmeye çalışılır? Bütün bu yapılanların altında tarih düşmanlığı mı, atalarımıza ihanet mi, yoksa mazi köprülerimizi yıkmak mı aranmalıdır? Aslında, “Her mezar; taşıyla, lahitiyle, toprağıyla bir abidedir. Olduğu gibi yerinde muhafaza etmek lâzımdır.” 

Kanunlarımızda da suç teşkil eden bu ameliyelerin tamamen durdurulması icabeder. Bu hususu ilgililerin dikkat nazarlarına sunar, daha titiz davranılmasını, tahribattan kurtulabilen mevcut mezar taşlarımıza lâzım gelen alâkanın gösterilmesini talep ederiz.    

Okunma Sayısı: 1711
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı