Bugün, 20 yıl önce bu köşede yayınlanmış yazılarımızdan birini daha paylaşalım ve o günden bugüne değişen birşey olup olmadığını birlikte gözden geçirip sorgulayalım:
Güçlü bir hukuk devleti olmayınca, kuvvetin hakta değil, hakkın kuvvette olduğu bir düzen yürürlükte olunca, hayatın her alanı gibi ekonomi de bundan hissesini alıyor.
Piyasalar, güçlü olanların nüfuzuna giriyor. Ya tekelci sermaye, ya da mafya mutlak hakimiyetini tesis ediyor. Ve bu durum, devletin kontrol ve nezareti altında oluyor.
Böyle bir ortamda, ancak devletin desteklediği “özel” girişimciler gelişme imkânı bulabilirken, “devlet zenginleri” dışındaki geniş kesimler bir fâsit dairede dönüp duruyor.
Devletle ya açıktan desteklediği veya göz yumarak büyüme imkânı verdiği kesimler arasında oluşan dar çevre, sonuçta karşılıklı bağımlılık ilişkisini beraberinde getiriyor.
Bu çemberin devlet, siyaset, bürokrasi, bankacılık, holdingler, medya, eğlence, spor... vs. alanlarındaki uzantı ve yansımalarını çok açık bir şekilde görebilmek mümkün.
Devlet adına halktan toplanan paraların ve bunların yetmediği yerde gerek içeriden, gerekse dışarıdan alınan borçlarla elde edilen kaynakların nerelere akıtıldığı dikkatli bir gözle incelendiği zaman pek çok şey daha da netleşir.
Türkiye’de, uzmanların tesbitiyle millî gelirin yüzde 70’ini elinde bulunduran ve bunun hesabını vermek gibi bir tavra da hiçbir zaman yanaşmamış olan bir devlet yapısı var.
Tekelinde tuttuğu ülke kaynaklarından çok daha fazla istifade edilmesini engellerken, alabildiğine iri, hantal ve israfçı yapı ve işleyişi sebebiyle bir türlü iki yakası bir araya gelmeyen çok tuhaf ve ilkel bir mekanizma, milletin sırtında giderek ağırlaşan bir kambur haline gelmiş durumda.
Sovyetler’i bile çökerten bu sistem, Türkiye’de yetmiş yıllık resmî tabulara yaslanarak hayatiyetini sürdürme çabasında. Tarihî bir kavşakta bulunan Türkiye bu kamburu bir an önce sırtından atıp yola koyulmak; bu sistemi ve ona vücut verip bugüne kadar gelmesini sağlayan zihniyeti behemahal tarihin çöplüğüne göndermek mecburiyetinde.
Aksi halde, sekerat halinde olan ve çöküşün eşiğinde bulunan sisteme ve ona vücut veren zihniyete sarılmaya devam etmek, Allah korusun, Türkiye’yi de çökertir. (20.3.2001)