Cenab-ı Hakk’ın duâların icabetine vaat etmesi ise: İcabet, ayn-ı kabul değildir. Yani, icabet kabulü istilzam etmez. Duâya her hâlde cevap verilir, cevapsız bırakılmaz. Matlûba olan is’af ise, mucîbin hikmetine tâbidir. Meselâ, doktoru çağırdığın zaman, her hâlde “ne istersin?” diye cevap verir. Fakat “Bu yemeği veya bu ilâcı bana ver” dediğin vakit, bazen verir, bazen hastalığına, mizacına mülâyim olmadığından vermez. Âdem-i kabul (kabul edilmemesi) esbabından biri de, duâyı ibadet kastıyla yapmayıp, matlûbun tahsiline tahsis ettiğinden, aksülamel olur; o duâ ibadetinde ihlâs kırılır, makbul olmaz.” 1
“Duâ bir sırr-ı azîm-i ubudiyettir. Belki ubudiyetin ruhu hükmündedir. Çok yerlerde zikrettiğimiz gibi, duâ üç nevidir.
Birinci nevi duâ: İstidat lisanıyladır ki, bütün hububat, tohumlar, lisan-ı istidatla Fâtır-ı Hakîme duâ ederler ki, “Senin nukuş-u esmânı mufassal göstermek için bize neşvünemâ ver. Küçük hakikatimizi sümbülle ve ağacın büyük hakikatine çevir.”
Hem şu istidat lisanıyla duâ nevinden birisi de şudur ki: Esbabın içtimaı, müsebbebin icadına bir duâdır. Yani, esbab bir vaziyet alır ki, o vaziyet bir lisan-ı hal hükmüne geçer; ve müsebbebi, Kadîr-i Zülcelâlden duâ eder, isterler. Meselâ su, hararet, toprak, ziya, bir çekirdek etrafında bir vaziyet alarak, o vaziyet bir lisan-ı duâdır ki, “Bu çekirdeği ağaç yap, yâ Hâlıkımız” derler. Çünkü, o mu’cize-i harika-i kudret olan ağaç, o şuursuz, câmid, basit maddelere havale edilmez, havalesi muhaldir. Demek, içtima-ı esbab bir nevi duâdır.
Dipnot:
1- Mesnevî-i Nuriye. 355-356.