Her dertli, her muhtaç insan bilir ki, kendi “duâsını işiten ve dinleyen Semi ve Mucib perde arkasında var.” 1 Bu şuurla Semi (bütün duâları ve yakarışları işiten, duyan Cenab-ı Hak) ve Mucib (her duâya mutlaka cevap veren Cenab-ı Hak) olan Allah’a yönelir, O’na duâ eder.
Yine, (Resul-i Ekrem Efendimiz (asm)) “öyle Semî, Kerîm bir Kadîr’den, öyle Basîr, Rahîm bir Alîm’den hâcetini istiyor ki, bilmüşâhede en hafî bir zîhayatın en hafî bir hâcetini, bir niyazını görür, işitir, kabul eder, merhamet eder. Çünkü istediğini-velev lisân-ı hal ile olsun-verir ve öyle bir sûret-i Hakîmâne, Basîrâne, Rahîmânede verir ki, şüphe bırakmaz, bu terbiye ve tedbîr, öyle bir Semî ve Basîr ve öyle bir Kerîm ve Rahîm’e hastır.” 2 Yani ellerimiz o elleri verene kalkmalı ve niyaz etmeli olduğunu anlıyoruz.
Bu tür duâlarla “Elbette o zat-ı Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, duâ neticesi olarak öyle bir makam ve mertebededir ki, bütün ukul (akıllılar) toplansa, bir akıl olsalar, o makamın hakikatini tamamıyla ihata edemezler. “ 3 yani bundan kendimize pay çıkararak, her duâmızda manevî derecemizin artacağını Cenab-ı Hak’tan umabiliriz.
“İnsanın vazife-i fıtriyesi taallümle tekemmüldür, duâ ile ubûdiyettir. Yani, “Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikàne terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lûtuflarıyla böyle nâzeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?” bilmektir. Ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcâtına dâir, Kàdiü’l-Hâcâta lisân-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır ve istemek ve duâ etmektir. Yani, aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı âlâ-i ubûdiyete uçmaktır.” 4
Dipnotlar:
1- Asa-yı Musa. 29.
2- Sözler. 218.
3- Mektubat. 290.
4- Sözler. 286.