Sene başında gitmiştik Batı Afrika’nın Fildişi Sahili’ne. Toplam beş ay oralarda kaldık ve Haziran ayı başında da vatanımıza avdet ederek geldik.
Hayatımda yurt dışındaki en uzun süreyi, böylelikle bu eski Fransız sömürgesi ülkede geçirmiş olduk.
Afrika’nın nisbeten geri kalmış bu topluluk içinde yaşadığımız, gördüğümüz, gözlemlediğimiz önemli şeyleri iyisi-kötüsüyle, avantaj ve dezavantajlarıyla peyderpey anlatmaya çalışırız.
*
Gittiğimiz ülke Ekvatora çok yakın bir coğrafyada yer aldığı için, yılın her mevsiminde sıcaklık yüksek seviyede. Atlas Okyanusu sahilinde bulunduğu için de, nem oranı had safhada.
Burada mevsim kış iken gittik; orada ise, yaz-bahar ayları yaşanıyordu. Yine de oranın havasına önemli ölçüde uyum sağladık. Mevsim ve iklim tersleşmesinden dolayı, aşırı terleme ve rahat nefes alma zorluğu dışında ciddi bir sıkıntı yaşamadık. Yani, çevre kirliliğine, korona ve sıtma riskine rağmen hasta olmadık.
Ne var ki, Haziran ayı başında geldiğimiz İstanbul’da hastalandık ve birkaç saat sonra yataklara düştük: Hafif seyreden başağrısı, göz ve burun akıntısının yanı sıra, şiddetli halsizlik ve eklem ağrıları bizi takattan düşürdü.
Tabii, bu rahatsızlığın sebebini henüz öğrenmiş değiliz. Tahmin yürütüyoruz sadece: Son anda bir tür virüs kapmış olabiliriz. Sıtmanın etkisi olabilir. En kuvvetli ihtimal, oksijen zehirlenmesine mâruz kalmış olabiliriz. Zira, buranın havası ile oranın havası arasında ciddi manada farklılıklar, hatta zıtlıklar söz konusu.
*
27 milyon nüfusu bulunan Fildişi Sahili’nde yaşayanların yarısına yakını Müslüman, geri kalan kısmını ise, başta Hıristiyan olmak üzere sair yerel din ve mezhep mensupları teşkil ediyor.
Allah kabul etsin, Müslümanlara yönelik bazı hizmetlerimiz oldu. Bir miktar Risale, binlerce Elif Cüzü ve Kur’an-ı Kerim’in fakir muhtaçlara ulaştırılmasında karınca kararınca bir katkımız oldu. Hatta tam da geldiğimiz gün, bunlardan binlerce adet hediye, Abidjan limanına ulaştırılmış olduğu haberini aldık. Yakında onların da medreselere, Kur’an kurslarına dağıtımı yapılacak inşallah. Haza min fadli’r-Rabbi.

Bu meyandaki hizmetimiz, bundan sonra da devam edecek. Siz de yardımlarınızı esirgemeyiniz.
*
Afrika’nın birçok ülkesi gibi, Fildişi Sahili de eski sömürgelerden biri olduğundan, gelişmişlik seviyesi bir hayli gerilerde. Nüfusun yüzde 80’e yakın kısmı sefil bir hayata talim ediyor.
Fakirlik ile kirlilik adeta atbaşı gidiyor. Dışarıda, sokakta yemek yiyemiyorsunuz. Hijyen, temizlik, taharet yerlerde sürünüyor. Yol kenarındaki su kanalları, sıklıkla tıkandığı için, sürekli şekilde lağım gibi kokuyor.
Bir de, bilhassa erkek milletinin idrarını dışarıda ve hatta çarşı ortasında açıktan yaptığı için, ortalığı idrar kokusu istila ediyor. Kendileri bu görüntü ve ahlâk kirliliğine alıştıkları için, artık kanıksamış durumdalar. Öyle ki, yer yer lağım kanalı dibinde yatıp kalkan insanları hayret ve taaccüple gördük.
Oranın şehirlerinde, Türkiye’deki gibi her adım başında cami olmadığı gibi, ihtiyaç gidecerek sosyal tesisler de yok. Bu sebeple, eski/ilkel geleneklerin de etkisiyle, insanlar ihtiyacını olur olmaz yerde gidermeye çalışıyor.
*
Arazi baştan başa kumluktur. Milyonlarca sene okyanus dalgalarının teşkil ettiği kumluk toprağın altı ise sudan ibarettir. Aşırı su akıntısından dolayı, yüksek binaların temeli yağış mevsiminde atılamıyor.
Buna mukabil, çiçekli-çiçeksi, meyveli-meyvesiz ağaçları çok canlı oluyor. Kök ve damarları adeta suyun içinde yetişiyorlar. Ülkenin en güzel bir çehresini de, işte bu capcanlı yeşillikler teşkil ediyor. O canlılığa bakarak seyrine doyamıyorsunuz.