"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İki cephede iki büyük destan

M. Latif SALİHOĞLU
27 Şubat 2012, Pazartesi
Aktüel konular sebebiyle bazen ara verdiğimiz "Yakın Tarih" konseptindeki yazılara kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Daha evvel hatırlattığımız üzere "93 Harbi"nin iki cephesinde yaşanmış iki büyük destan var.
Bunlardan biri Tuna Cephesinde Gazi Osman Paşanın liderliğinde sergilenmiş olan şânlı Plevne Destanı; diğeri ise, Kafkas Cephesinde Erzurumlu Nene Hatun'un sergilemiş olduğu kahramanlık destanıdır.
93 Harbi, her ne kadar mağlûbiyetle neticelenmiş olsa bile, yine de iftihar edilecek bazı tabloların yaşandığını hatırdan çıkarmamalı.
Şimdi, sırasıyla iftihara medar bu iki hadisenin mahiyetini anlamaya çalışalım.

Şânlı Plevne Destânı

"93 Harbi" ismiyle tarihimizde yer alan hadise, Osmanlı devletinin başına açılmış en büyük sıkıntı ve gailelerden biridir.
Gerek toprak ve insan kaybı ve gerekse milyonların muhaceretine yol açan bu savaş, defalarca tekrarlanmış olan Osmanlı–Rus savaşının da en büyüğüdür.
Milâdî takvim itibariyle 1877 Nisan'ında başlayan ve 1878 Mart'ındaki Yeşilköy Antlaşmasıyla sona eren bu dehşetli harbin en önemli halkalarından biri de şüphesiz ki 1877 yılı Temmuz'unda hararetlenen ve 10 Aralık günü şiddeti son raddeye çıkan meşhûr Plevne Müdafaasıdır.
Bugünkü Bulgaristan sınırları içinde yer alan Plevne, o tarihte Osmanlı'nın Balkanlardaki stratejik öneme sahip bir kale–şehriydi.
Temmuz ayı ortalarında buraya gelen Gazi Osman Paşa, şehri müdafaaya başladı.
30 Temmuz'da, Osman Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetleri, burada harikulâde bir başarı kazandı. Ruslar perişan edildi.
Tarih kaynaklarında yer alan mukabil kuvvetlerin durumu şöyledir:
50 bin kişilik Rus kuvvetlerinin elinde yekûn 184 adet savaş topu vardı.
Osmanlı kuvvetleri ise, 23 bin asker ve 58 toptan müteşekkildi.
Yani, karşılıklı kuvvetler arasında adeta uçurum vardı; aradaki fark, yüzde yüzden fazlaydı. Buna rağmen, Ruslar bozguna uğradı. 7300'den fazla ölü ve sayısız derecedeki yaralı ile çekildiler.
Osmanlılar ise, 100 kadar şehit vermişti, 400 kadar da yaralı gazi vardı.
Hemen hatırlatalım ki, bu yakın bir muvaffakiyetli çatışma da, 11 gün evvel, yani 19 Temmuz'da yaşanmıştı.
Bu durum da gösteriyor ki, iki defasında da mağlûbiyet içinde geri çekilen Rusların istilâdan vazgeçeceği yoktu. İki de bir toparlanıp saldırıya geçmesi, onun işgal ve yayılmacı niyetini açığa vuruyordu.
Nitekim, aynen öyle oldu. Ruslar, ikinci mağlûbiyetten sonra, yeniden toparlanıp bir kez daha saldırıya geçti.
Rus Çarı emir vermişti: "Osmanlı orduları mağlûp edilecek ve Balkanlar'daki hakimiyetine son verilecek..."
Bu emir doğrultusunda hareket eden Kazak ve Rumen takviyeli Rus ordusu, 11 Eylül'de şiddetli bir saldırı harekâtını daha başlattı. Ancak, bunda da başarılı olamayan Ruslar yine binlerce ölü (15 bin) ve yaralı ile geri çekildi.
Osmanlının da 3500 kadar şehit verdiği bu savaştan sonra, Sultan II. Abdülhamid, Osman Paşaya "Gazilik" ünvanını verdi.
Tuna'yı aşan Rusların, yüksek ateş gücüyle yaptığı bunca taarruz ve saldırıya rağmen, Osman Paşayı mağlûp edememesi ve Plevne'yi alamaması, bir dizi imkânsızlığa rağmen, orada çok şanlı bir direnişin sergilenmekte olduğunu gösteriyordu.
İşte, bu şanlı direniş hadisesi, halkın dilinde şu mısralarla destanlaşarak tarihin altın sayfalarına geçti:

Tuna Nehri akmam diyor
Etrafımı yıkmam diyor
Şânı büyük Osman Paşa
Plevne'den çıkmam diyor

Düşman Tuna'yı atladı
Karakolları yokladı
Osman Paşanın kolunda
Beş bin top birden patladı

Kılıcımı vurdum taşa
Taş yarıldı baştan başa
Şânı büyük Osman Paşa
Askerinle binler yaşa

Destana sonradan ilâve edilen bir dörtlük de şudur:

Kara kazan coştu derler
Dalga boydan aştı derler
Osman Paşanın askeri
Gece burdan geçti derler

Son direniş halkası

Kendinden kat–bekat fazla olan Rus kuvvetlerini defalarca mağlûp eden Plevne'deki Osmanlı ordusu, Ekim ayı sonlarında ise, yeni ve çok daha şiddetli bir kuşatmaya maruz kaldı.
Sürekli takviye edilen Rus ordusunun asker sayısı 100 binden fazlaydı. Osmanlılar ise, yekûnu 25 bini dahi bulamayan bir kuvvetle mukabele ediyordu.
Osmanlı ordusunda, 9 Aralık gününe kadar süren açlık, susuzluk ve hariçten hiçbir yardım alamaması yüzünden sıkıntı had safhaya varmış, kaleyi müdafaa imkânı neredeyse tümüyle ortadan kalkmıştı.
Son bir hamle ile, kuşatmayı yarma gayreti gösteren Gazi Osman Paşa, ne yazık ki bunda muvaffak olamayıp geri çekildi. Bu durumda, teslim olmaktan başka yapacak hiçbir şey yoktu. Rus komutanlarına haber gönderildi. Onlar da gelip Osman Paşa ve hayatta kalan askerlerini esir aldılar.
Ancak Ruslar, Osman Paşaya esir değil, misafir muamelesi yaptılar ve savunmalarından dolayı onu tebrik ettiler.
Ruslar, Osman Paşaya karşı esaret günlerinde de hiçbir saygısızlıkta bulunmadılar. Ancak, esir askerleri adeta ölüm yürüyüşlerine mahkûm ettiler.
Barış antlaşmasından sonra, çok az sayıdaki Osmanlı askeri hayatta kalarak ülkesine geri dönebildi.
Esaretten kurtulan ve İstanbul'a gelen Gazi Osman Paşa 1900 senesinde vefat etti. Mezarı, Fatih Camii haziresinde ve bir ziyaretgâh olarak Fatih Sultan Mehmed'in mezarına en yakın bir mevkide yer alıyor.

 
Terörün dahildeki pâyandaları
 
Edib ve şair Tevfik Fikret, 21 Temmuz 1905'te Sultan Abdülhamid'i bir sûikast sonucu öldürmek isteyen, ancak bunda başarılı olamayan Ermeni terörist için methiye düzmüş bir kişidir, aynı zamanda.
İşte, o tarihteki meşhûr "Bomba Vak'ası"ndan söz eden şu mısralar ona aittir:
Ey şanlı avcı! Dâmını beyhûde kurmadın,
Attın... Fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!
Dursaydı bir dakikacağız devr–i bî–sükûn,
Yahut o durmasaydı, o iklil–i ser–nigün.
Kanlarla bir cinayete pek benzeyen bu iş,
Bir hayır olurdu, misli asırlarca geçmemiş.
Kin ve öfke kusan bu mısralarla şu mesajı veriyordu, "bizim" şair: "Ey şânlı terörist! Tuzağını boşyere kurmadın. Attın, ama yazıklar olsun ki, vuramadın! Öfkeyle ve kızgınlıkla gürleyen sesin, hak ve kurtuluş hissini harekete geçirdi. Ama, ah o an, bir dakikalığına daha devam etseydi, misli asırlar boyu görülmemiş bir hayır, bir iyilik olurdu."
İşte, bu ifadeler bize ayrıca gösteriyor ve ispat ediyor ki, terör örgütlerinin ve terör faaliyetlerinin, ayrıca bir "iç desteği" var.
Dolayısıyla şuna inanıyoruz ki, günümüzdeki terör faaliyetlerinde de benzer bir durum söz konusudur.
Yani, kanlı terör örgütünü içerden de koruyup kollayan, gözetip destekleyen, hatta ona övgüler düzen kişi ve odaklar var.
Bu kişi ve odakların, ayrıca bir gizli koalisyon kurmuş olmaları ihtimali de yüksektir.
Meselâ: Uyuşturucu baronlarından, silâh tüccarlarından, darbe heveslisi cuntacılardan, ırkçılık zehri ile bu milletin kardeşliğini dinamitlemeye çalışanların içinde yer aldığı bir koalisyon gibi...
Okunma Sayısı: 1413
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı