Şu dehşetli zamanda, israftan ve müsriflikten en çok mütedeyyin ve muhafazakâr kimselerin kaçınması gerekiyor.
Çünkü, iman ve itikatları onların böyle davranmalarını gerekli kılıyor.
Her şeyden önce biliyorlar ki: “Dinde israf yoktur” ve de “İsraf haramdır.”
İçinde bulunduğumuz şu sarsıntılı âhirzamana bakan yönü ise, “İslâm Deccali olan Süfyanın müsrifliği ve israfı teşvik etmesi” ile alâkalıdır.
Şüphesiz, bu dehşetli halin de bir kudsî kaynağı var. Şöyle ki: “Rivayette var ki: ‘Âhirzamanın eşhas-ı mühimmesinden olan Süfyanın eli delinecek...’ Allahu a’lem, bunun bir tevili şudur ki: Sefahet ve lehviyat için gayet israf ile elinde mal durmaz; israfata akar. Darb-ı meselde deniliyor ki: ‘Filân adamın eli deliktir.’ Yani çok müsriftir. İşte, ‘Süfyan, israfı teşvik etmekle, şiddetli bir hırs ve tamâı uyandırarak, insanların o zayıf damarlarını tutup kendine musahhar eder’ diye bu hadîs ihtar ediyor; ‘İsraf eden ona esir olur, onun dâmına düşer’ diye haber verir.”
(Beşinci Şuâ, Birinci Mesele)
* * *
Hakikat-i hâl bu merkezde iken, sefahet ve dalâlet ehli bir yana, dindar ve muhafazakâr geçinen bazı kimselerin hayatında bile baş döndürücü bir israf hali görülebiliyor.
Kişiler gibi, aynı şekilde kimi mütedeyyin âilelerin veya din-iman-Kur’ân hizmetinde bulunduğunu zanneden bazı heyet ve grupların hayatında da israfın kol gezdiğini teessüfle müşahade edebiliyoruz.
Daha geniş bir daire olan devlet ve hükûmet icraatlerine baktığımızda ise, maalesef “Balık baştan kokar” ifadesiyle anlatılmak istenen o “acı gerçek”le yüzyüze geliyoruz... Gazetemizin bugünkü manşet haberinde, işte bu acı gerçeğin hâlihazırdaki vaziyetine ayna tutuluyor.
* * *
İsrafın ayrıca bir “ikiz kardeş”i var ki, günümüzde ona da “savurganlık” deniyor.
Savurganlık, bir çeşit tutumsuzluk halidir. Bol keseden harcamaktır. Nefsini şımartmaktır. Moda rüzgârına kendini kaptırmaktır. Bulaşıcı görenek belâsına bile bile esir olmaktır. İhtiyacın zarurî olup olmadığına bakılmaksızın, hatta hiç umursamaksızın gördüğü şeyleri düşüncesizce satın almaktır. Alış veriş yapmaya hastalık derecesinde kendini alıştırmaktır. Vesâire...
Peki, bu gidişle ne oluyor? Ya da nereye varılmış olunuyor? Evlerden veya evlerin dolaplarından, gardroplarından misâl vermek gerekiyorsa, kısaca şunlar söylenebilir:
* Evler, zamanla adeta birer “çöp evi”ne dönüşüveriyor. Modası geçmiş, belki de hiç kullanılmamış eşyalar, takılar, elbiseler, terlikler, ayakkabılarla dolup taşıyor.
* Kimi evlerin dolapları da, maşaallah birer mağazaya dönüşebiliyor. Bu yüzden de, geniş odalı büyük evlere, her odada geniş dolaplara ihtiyaç duyuluyor. Haliyle, bu da büyük masraf ve israfın zincirleme devam etmesi demektir. Hem de her yönüyle: Daire fiyatı, evin düzeni, temizliği, ısıtılması, serinletilmesi, vesaire...
* İktisada riayet etmeyip israfa giren kimselerde, zamanla “kanaat” hissi zayıflıyor. İman ve itikad sahibi olsa bile, yaşayış ve birtakım alışkanlıklar cihetiyle, farkına varmayarak Süfyanın teşvik ettiği hayat tarzına yönelmiş, hatta o kulvara girmiş oluyor.
* İktisadlı yaşamayı prensip haline getirmeyen müsrif ve savurgan kimselerin, feleğin çarkı tersine döndüğünde, müthiş sıkıntı ve ıztırap çekmeye başlıyorlar. Hatta, şiddetli travmalar sebebiyle, ciddî sağlık problemi yaşayanlar oluyor. Daha evvelki yaşantısıyla başkasını kıskandırırken, bu kez kendileri başkasına baka baka kıskançlık krizine girebiliyor.
Demek ki, bize lâzım ve elzem olan şudur: İsraftan, müsriflikten, savurganlıktan şiddetle kaçınmak. Buna mukabil, iktisatlı hayata kendini alıştırmak; mal-mülk, para-pul için hırs göstermemek. Asla tembellik etmeyip, helâlinden kazandıklarımıza kanaat göstermek. Nihayet, zekât, sadâka, isâr, infak, fakir-fukaraya yardım gibi makbul âdetleri ve hayır-hasenat işlerini asla unutmamak ve ihmal etmemek.