Ç E Ş N İ
Hakikat dane dane..
Haykıralım merdane!
Bulmayalım bahane,
Demeyelim, ya bu ne?
Bulunur çok abone.
İnsanlar adedince âlemlerin iç içe girdiği bir dünyada herkes farklı âlemlere kapılmış giderken... Kıyametin habercisi olan yıkılışlar, çöküşler, bitişler peşpeşe birbirini takip ederken. Nice âlemler ve âlimler dünya âleminde vazifelerini bitirip başka âlemlere hicret ederken. Gaflet ve dalâlette boğulmuş insanlar da “âlem”ler yaparak avunup aldanırken. Din ve iman ehlinin de nazarları ekseriyetle dünyaya ve siyasete meyletmişken..
Ya siz ne âlemdesiniz? Ahirzaman Müceddidi’nin talebeleri olan sizler ne âlemdesiniz? Tarifini Risale-i Nur’da bulan “insan-ı kâmil” ismine lâyık şahs-ı manevînin azaları ne âlemdedirler?
Bu soruların tetiklediği ilhamdan hâsıl olan kelimelerden mürekkep mektubumuzu yazarken, bu ‘ilham’ın, ‘itham’ olarak algılanmamasına yardım edecek kelimelerin de ilhamını Feyyaz-ı Mutlak’tan niyaz ediyor, derunî his ve efkârımızı ancak anlayabilenlere münhasıran bir hasbihal meyanında kabul buyurulmasını istirham ediyorum.
“Yeni Asya’dan Size” köşesinde ‘seferberlik’ ilân edildiği günden beri, günlük gazeteden mahrûm olduğumuz bu havalide orijinal kampanya çalışmalarına halen ve fiilen katılamamaktan hasıl olan ıztırabı bir derece hafifletmek adına kendi âlemimde fikren ve mânen dahil olduğum enfüsî seferberlik içinde; burada “teşrik-i mesaî ve taksim-ül a’mal” kaidesiyle mürtebit olduğumuz kardeşlerimizle kampanyaya karınca kararınca ve endirekt katkıyı müzakere ederken; e-gazeteyi, e-postayı, e-irtibatı olabildiğince canlı tutup, sosyal medyanın menfi propagandalarına müsbet meydan okurken; gönlüme huzur, kalbime inşirah veren, fikrimi okşayan kelimelerle tekâmül etmiş mektûbumuz da; gazete dahil, bütün neşriyatımızı bin bir zahmet ve fedakârlıkla istifadeye arz eden kadrolarımıza ve tiraj arttırma kampanyasına fiilen ve halen katılanlara arz olunur.
Biliriz ki, muhabbet fedaileri ve hakikat kahramanları, kendilerini Nur’un aynasında görmeye ve hakikat kantarında tartıya girmeye her zaman hazırdırlar.
Lâkin böyle zamanlarda keskin ölçülerle yapılan hatırlatmalar da bazen aksi te’sir gösterebiliyor.
Bilmem, muhabbet ve sevgi yelini derviş-vâri estiren Yunus’tan bir şiire ne denir? Ne denirse densin, yeter ki mevzuyla alâkasız bulunmasın.
Şöyle der Yunus’umuz: Okumaktan maksat ne?/ Hakkı bilmek elbette/ Kim okur bilemezse/ Hepsi kuru emektir. Yunus der ki, ey hoca!/ İstersen var bin hacca../ Hepisinden iyice/ Bir gönüle girmektir.
Bu şiirin aynasında kendimize şöyle bir bakalım. Risale okumaları, tamam. Gazete okumaları, tamam. Acaba kendi kendimizi ve halimizi ne kadar okuyabiliyoruz? Biribirimizle muamelemiz ne kadar dostça, ne kadar kardeşçedir? Sadece iki düstur ölçeğinde halimiz nedir, bakalım:
“Halbuki Cenâb-ı Hak, Haşir’de adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde amal-i mükellefini tarttığı zaman, hasenatı seyyiata galibiyeti, mağlûbiyeti noktasında hükmeyler.” (13. Lem’a)
“Ve asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslâhına çalışmak, ehl-i sadâkatin şe’nidir.” (13. Şuâ’dan)
Önceki makalemize yapılan yorum ve yapıcı tenkidler arasında, gazetemizin bazı kusurlarını nazara veren bir mesaja mukabil mezkûr iki düstûru hatırlatmamız, umulur ki yerinde olmuştur.
Çıktığı günden beri matbuat âleminde, cihad-ı manevî sahasında yaptığı hizmetlerini, (sadece Nurları âleme neşretmedeki hasenatını bile) bu dünyada tartabilecek bir terazisi bulunmayan Yeni Asya’yı, sadece bir kardeş yerine koysanız bile, mezkûr ölçüler mihenginde affa ve takdire müstahak olmaz mı?
Gazetemizin mimarı Zübeyir Gündüzalp, “Hizmet ve dâvâ arkadaşlarınızın gönlünü kırmayınız.” diyor ve şöyle devam ediyor:
“Ey ferasetli ve müdebbir ehl-i hizmet! Omuz omuza verip çalışmaya çok muhtaç olduğunu; tek başına veya ekalliyette kaldığın zaman muvaffakıyetsizliğe düşeceğini her gün hatırla ve bu hakikatı bir karta yazıp cebine koy ki, günde on defa nefsine ihtar edebilesin.”
“Bir ve beraber olduğun hizmet ve dâvâ arkadaşlarının gönlünü kırma. Senin gönlünü kıran olursa, “Buna benim nefsim müstehaktır” de ve gönlünü kıranın gönlünü hoşnut eyle.”
“Böyle bir zamanda, böyle kudsî bir îmân hizmetinde çalışanlara karşı durumumuz şudur: Bir zerre hizmet, bir dağ; bir dirhem hizmet, bir batmandır. Bir Nur hizmetinde -az dahi olsa- bulunanlar, çok hürmet, muhabbet ve şefkate lâyıktır.”
“Dâne taşıyan bir karıncayı bile incitme.”
“Dostunu şiddet ve minnet içinde tutarsan, bir daha senin suratını bile görmek istemez.”
Yine o mücahid, mümtaz şahsiyet, en büyük gaflet sırasından saydığı hallerden biri olarak, “Müşterek bir işte çalışan şahıslar, dinî veya dünyevî bir müessese mensupları müdavele-i efkâr yaparlarken, herkes kendi fikrini mutlak bir isabet bilmesi, diğer arkadaşlarının fikirlerini dâimâ isabetsiz görmesi, müessese arkadaşlarının reylerini hakir bulmasıdır.” diyor.
Hissemiz ziyade olsun.
Selâm ve duâ ile.