1926 yılında Edirne’de doğan Hüseyin Çağdır, iki yaşında İzmir’in Urla kazasına, ardından İzmir’e yerleşmiştir. 1955 yılında İzmir’de Gönen Palas’ın sahibi olan Mehmet Metin’in vasıtası ile de Risale-i Nurlar’ı tanımıştır.
Hüseyin Çağdır, İzmir’de bir gün halı dükkânında otururken askerliği esnasında tanıştığı Hayri isminde arkadaşı ziyaretine gelir. Hüseyin o gün dilinin döndüğünce Risale-i Nurlar’dan ona bahseder. Sonra Tarihçe-i Hayat kitabından bazı yerleri okumaya başlayınca Hayri onu pür dikkat dinler. Okumasına devam ederken Hayri birden çok duygulanınca Hüseyin okumayı kesmek ister, ama Hayri “Devam et, oku!” der. Hüseyin bir süre daha okumayı sürdürür. Hayri o an kitaptan öyle etkilenir ki birden “Bu zatı hemen ziyarete gideceğiz!” der. Hüseyin üç yıldır Risale-i Nurlar’ı tanımış, ama o ana kadar Bediüzzaman’ı ziyaret etmeği düşünmemişti. Hüseyin, arkadaşı Hayri’yi kırmaz ve hemen ertesi gün yola çıkarak Isparta’ya giderler. Hüseyin ile Hayri Bediüzzaman’ı ziyaret edip elini öpmek ve duâsını almak ve şahsî büyüklüğünü nazara almak niyetiyle yola çıkmışlardı.
Isparta’ya gelen Hüseyin ile Hayri Bediüzzaman’ı ziyaret etmek için üç gün beklemelerine rağmen bir türlü görüşemezler. Dördüncü günün sabahında son bir defa daha kapıya giderler. Kapıyı açan talebe “Kardeşim! Üstad çok rahatsız, kimseyi kabul etmiyor” deyince Hüseyin ile Hayri, kendi aralarında “Artık dönelim mi? Bir gün daha kalalım mı?” diye konuşurken Hüseyin gayri ihtiyarî başını eve doğru çevirince evin penceresinden bir gencin ona el salladığını görür. Hüseyin ile Hayri koşarak eve gittiklerinde kapı açılmıştı. O genç, “Beş dakikayı geçmemek üzere Üstad sizi kabul etti” dedi. Hüseyin ile Hayri Bediüzzaman’ın odasına girdiklerinde hasta yatağında ve sesi de kısık çıkıyordu. Bediüzzaman başını kaldırıp oturduktan sonra onun elini öpmek isteyen Hüseyin ve Hayri’ye uzattı, onlar da Bediüzzaman’ın elini öptüler. Bediüzzaman onları talebeliğe kabul ettiğini ve kendi şahsını ziyaretten ziyade daha ehemmiyetli olan Risale-i Nurlar’ı dikkatle ve anlayarak okumalarını ve sadece şahsını ziyaret için gelenlere yol masraflarını vermesi gerektiğini, bu imkânının da bulunmadığını ve buna üzüldüğünü ifade etti. Bediüzzaman’ın sesi kısık olduğundan bir talebe söylediklerini naklediyordu.
Hüseyin ve Hayri daha sonra kalp huzuru içinde Isparta’dan ayrıldılar.
1960 yılı Ramazan ayı idi. Ankara’dan Av. Bekir Berk ve Said Özdemir’in de içinde bulunduğu bir kafile minibüsle Bediüzzaman’ı ziyarete giderken Mustafa Birlik’i de almak üzere İzmir’e gelmişti. O anda Hüseyin Çağdır da onları uğurlamak için orada bulunuyordu. Mustafa Birlik, Hüseyin Çağdır’ı kolundan çekerek, “Bu fırsat kaçırılmaz!” deyip onu minibüsün içine aldı. Böylece Hüseyin Çağdır da yolculuğa dahil oldu. Yolculuk gece boyunca devam etti ve tam sahur vakti Isparta’ya vardılar. Nuri Benli’nin oteline geldiler. Bir müddet sonra Bediüzzaman “Gelsinler!” diye haber gönderince 13 kişi, Bediüzzaman’ın odasından içeri girdi.
Bediüzzaman Hazretleri o an dinç ve neşeli görünüyordu, ama sesi çıkmıyor söyledikleri tam anlaşılmıyordu. Karyolasına oturmuştu, gelen ziyaretçiler hayranlıkla mübarek yüzüne bakıyordu. Bediüzzaman ‘Kardaşlarım! Yüzüme dikkatle bakmayınız, bende nazar hassasiyeti var, konuşamam” deyince odada bulunanlar başlarını önüne eğdi. Sonra konuşmasına şöyle devam etti, “Kardaşlarım! Küfrün bel kemiği kırılmıştır. Bir mahlûk can çekişirken yaptığı hareketler gibi, birkaç hareket daha yapabilir; sizi telâşa düşürmesin. Risale-i Nurlar, dünya lisanlarının birçoğuna tercüme edilecektir” dedi. Özellikle Av. Bekir Berk’e Nurlar’ın müdafaasındaki gayret ve muvaffakiyeti dolayısıyla iltifatta bulundu. Sonra bir kese çıkararak içinden her bir ziyaretçiye sarı renkli 25 kuruşluklardan birer tane verdi. Onlara “Bunları ders ücreti olarak veriyorum.” dedi. Ardından ziyaretçiler sahur yemeğini de yedikten sonra İzmir’e doğru yola çıktı.
Bediüzzaman 20 gün sonra Kadir Gecesi’nde, Urfa’da ahirete intikal olunca Hüseyin Çağdır son ziyaretinin önemini daha iyi anlaşılmış oldu.
1971 askerî muhtırası sonrasında, Hüseyin Çağdır, Avukat Bekir Berk, Avukat Gültekin Sarıgül, Balıkesir’den Hasan Aktunç ve İzmir’den Saim Atlıhan gibi Nur Talebeleriyle askerî mahkeme tarafından tutuklanarak yargılandı. Mahkeme sonunda beraat etti.
Hüseyin Çağdır son nefesine kadar Risale-i Nur hizmetlerini sürdürürken aynı zamanda İzmir’deki halı dükkânında Risale-i Nurlar’ın satışını da yapmıştır. Ahmet Feyzi Kul, Hüseyin Çağdır’a “Ak Saçlı evliya” dermiş diye söylenir. Bereketli bir ömür yaşayan Hüseyin Çağdır, 2 Eylül 2005 tarihinde İzmir’de vefat etmiş ve Çamlık Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Kaynak:
Ömer Özcan-Ağabeyler Anlatıyor-1