Bediüzzaman’ın talebelerinden Molla Hamit ve Esasuddin, Erek Dağı’ndaki harabe bir kilisede hayatlarını sürdürüyorlardı.
Bir gün Kör Hüseyin Paşa, iki hizmetçisiyle birlikte Bediüzzaman’ı ziyarete geldi. Önce atlarını harabe kilisenin kapısının önündeki ağaçlara bağladılar, sonra içeri girdiler.
Hüseyin Paşa, Bediüzzaman’ın elini öptükten sonra diz çöküp oturdu. Kısa bir süre sonra cebinden bir mendil içinde yaklaşık yarım kilo altın çıkarıp yere bıraktı.
Bediüzzaman: Bu nedir? diye sordu.
Hüseyin Paşa: Kurban, bu benim helâl malımdan zekâtımdır. Size getirdim, dedi.
Bediüzzaman: Sen kendi yakınlarından, akrabalarından ya da köylülerinden hiç kimseyi bulamadın mı ki, ta buraya kadar getirdin? diye sordu.
Paşa: Kurban, benim akrabalarım ve yakınlarımın hepsi zengin. Fakir kimse yok. Müstahakkı sizsiniz, dedi.
Bediüzzaman: Zekâtın nakli caiz değildir. Orada birçok fakir varken, bunca köyü aşıp da buraya kadar niçin getirdin? dedi.
Paşa: Seyda, kurban! Hiç olmazsa beş on tanesini kabul ediniz. Buradaki talebelerinizin ihtiyaçlarına sarf ediniz, dedi.
Bediüzzaman: Hayır, mümkün değil. Benim zekâta ihtiyacım yoktur. Kabul etmem, dedi.
Bunun üzerine Hüseyin Paşa: Seyda, sizinle hususî bir istişarem olacak. İzin veriniz, talebeleriniz dışarı çıksın. Hususî konuşmak istiyorum, dedi.
Bediüzzaman: Hayır, bunlar benim vücudumun parçalarıdır; ayrılamazlar. Neyin varsa, söyle, dedi.
Paşa: Seyda, eğer bize izin verirseniz isyan edeceğiz, dedi.
Bediüzzaman: Ne için isyan ediyorsunuz? Ali’nin, Hasan’ın kabahati varsa Haydar, Ömer ne yapmış? Arada Müslüman kanı dökülecektir, dedi.
Hüseyin Paşa: Ruslar bizi vurdu, öldürdü, perişan etti. Malımız, canımız telef oldu; fakat namusumuza bir şey olmadı. Şimdi elimizde kalan bir dinimiz ve namusumuz var, o da gidiyor. Bize izin ver. Hem piyadelerimiz hem de süvarilerimiz hazır bekliyor, dedi.
Bu konuşma üzerine Bediüzzaman uzun bir süre düşünceye daldı. Sonra başını kaldırarak: Paşa, dedi. Gel, bu mesele hakkında Şeyh Ahmed-i Cezerî’nin divanını tefeül edip açalım. Divan ne derse, kabul eder misin?
Paşa: Evet, ederim, dedi.
Bediüzzaman divanı tefeül ederek açtı. Şöyle bir beyit çıktı:
“Bazıları kiliseden dönüp gelir, Müslüman olur;
Bazıları da döner Yahudî mabedine, Yahudî olur.
Ben ise ne onlardanım ne de bunlardanım;
Bana meyhane kapısı kâfidir.”
Bu tefeülden sonra Bediüzzaman: İşte gördün mü, Paşa? Ben şimdi ne sizdenim ne de onlardanım, dedi.
Paşa: Seyda, şimdi siz benim kolumu kanadımı kırdınız. Ben aşiretime dönersem, ‘Paşa korktu, onun için vazgeçti,’ diyecekler, dedi.
Bediüzzaman: Evet, “korktu” desinler ama “kan döktü” demesinler, dedi.
Hüseyin Paşa izin isteyip ayrılınca, Bediüzzaman arkasından üç kez seslendi: Paşa, kan dökme! Kan dökme! Kan dökme!
Hüseyin Paşa, kendisinden haber bekleyenlerin arasına döndü ve askerlerini dağıttı. Böylece Van bölgesinde herhangi bir olay meydana gelmedi.
Kaynak:
Abdulkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, Cilt 1