Denizli Mahkemesi devam ederken, baskın sonucu el konulan ve adliyede muhafaza edilen tüm Risale-i Nur kitaplarını, kâtiplerden biri gizlice tek tek Hasan Feyzi’ye getiriyordu.
Hasan Feyzi de mahrem ve gayrimahrem tüm bu eserleri mahkeme süreci boyunca dikkatle okudu. Bediüzzaman’dan ve Risale-i Nur’dan çok etkilenen Hasan Feyzi, mahkemenin görüldüğü günlerde cadde üzerinde yol kenarında bekleyerek Bediüzzaman’ı ve Nur talebelerini selâmladı. Bu samimi bekleyiş, mahkeme süresince devam etti.
Bir gün, İbrahim Fakazlı’nın bulunduğu koğuşa Arapça yazılmış bir mektup, kâtiplerden biri tarafından gizlice getirildi. Mektubun altında “Hasan Feyzi” imzası vardı. Ancak koğuştakiler bu ismi tanıyamadı. Arapça bilen Hoca Seyyid Şefik Efendi mektubu okuyarak içinde saygı, sevgi ve iyi dileklerin yer aldığını aktardı. Bir süre düşündükten sonra mektubun Bediüzzaman’a yazıldığı kanaatine varıldı.
Bediüzzaman ve Nur talebeleri dokuz ay sonra beraat etti. Kararın ardından talebelerin tamamı memleketlerine döndü. Bediüzzaman ise Bakanlar Kurulu kararıyla serbest bırakılana kadar Denizli Şehir Palas Oteli’nde kaldı. Bu süreçte Hasan Feyzi Yüreğil, Bediüzzaman’ı hiç yalnız bırakmadı; sık sık otele giderek uzun sohbetlerde bulundu. Diğer zamanlarda ise on dört yaşındaki oğlu Fikret vasıtasıyla çay gibi ihtiyaçları gönderiyordu. Bediüzzaman, Fikret’in her geliş gidişinde ona gönülden dua ederdi. Fikret ise ayakkabı tamirciliği yapıyordu.
Denizli’de Hüseyin Kambur isimli biri, dedikodu yaparak “Hasan Feyzi abdestsiz namaz kılıyor” şeklinde bir söylenti yaydı. Hasan Feyzi ise bu dedikodudan habersizdi. Bir gün Hasan Feyzi, oğlu Fikret ve Hüseyin Kambur’un da bulunduğu bir grupla kıra çıktılar. Namaz vakti gelince hazırlıklar yapılmaya başlandı. Hasan Feyzi, Hüseyin Kambur’a dönerek nazik bir ifadeyle, “Bugün sen imam ol, ben bir abdest tazeleyeyim; o zaman nur içinde nur olur,” dedi. Bu ince tavır Hüseyin Kambur’u derinden etkiledi ve yanlış yaptığını anlayarak pişman olmasına vesile oldu.
Fikret ise her otele gidişinde büyük bir sevinç duyuyor, adeta bayrama gider gibi Bediüzzaman’ın yanına koşuyordu. Yaptığı hizmeti mukaddes bir görev şuuruyla yerine getiriyordu. Bir keresinde Bediüzzaman, Fikret’ten “Şu tırnak çakımı iyice bilet, şu yırtılmış lastiğimi tamir edip yapıştırırsın” diye rica ettiğinde Fikret çok şaşırdı. Çünkü Bediüzzaman, onun ayakkabı tamircisi olduğunu o ana kadar bilmiyordu.
Denizli Cezaevi tahliyesinden bir yıl sonra, temyiz mahkemesi beraat kararını tasdik etti ve el konulan kitapların iadesine hükmetti. İnebolu’daki Nur talebeleri adına kitapları teslim almak için İbrahim Fakazlı Denizli’ye gönderildi.
İbrahim Fakazlı’nın Denizli’ye geldiği gün çok şiddetli yağmur yağıyordu. Yolda elinde şemsiyesiyle yürüyen Mahkeme Reisi Ali Rıza Bey’i görünce yanına gidip elini öptü ve “Hazret-i Üstad’a gideceğim, bir emriniz var mı?” diye sordu. Ali Rıza Bey, “Çok selâmlarımı söyle, bize dua etsin,” dedi. Bu sırada gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
O akşam İbrahim Fakazlı, Hasan Feyzi’nin evine gitti. Hasan Feyzi, gece boyunca Bediüzzaman için yazdığı şiiri okudu. Sabah olduğunda İbrahim Fakazlı, kitapları mahkemeden teslim alarak posta yoluyla İnebolu’ya gönderdi ve ardından memleketine döndü.
Kaynak:
Necmeddin Şahiner, Üç Feyizli Nur, s. 190–193