1999 yılının yaz aylarında yaşanan bir hadise, Türkiye’nin dış politika hafızasında özel bir yer tutuyor.
O günlerde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat ile bir araya gelmiş, Gazze’de kıldığı Cuma namazıyla tarihe geçen bir görüntü bırakmıştı. Bu sahne, sadece diplomatik bir ziyaret değildi. Anadolu’nun vicdanının, zulme uğrayanların yanında yer aldığını gösteren sembolik bir duruştu. Aradan çeyrek asır geçti, fakat “Filistin’de saf tutarak namaz kılan son Türk lider Demirel’dir.” cümlesi hâlâ tazeliğini koruyor. Demirel’in Arafat’la buluşması, kuru bir protokol konuşması olmaktan öteydi. Ziyareti sırasında, “Filistin meselesi çözülmeden Ortadoğu’da barış olmaz.” diyerek meselenin özünü özetledi. O gün Arafat’ın memnuniyeti Demirel’in şahsına değil, Anadolu insanının Filistin’e duyduğu tarihî bağlılığa yönelik bir teşekkürdü. Çünkü Kudüs ve Gazze, bu milletin kalbinde sadece siyasî bir mesele değil, imanî bir vazife olarak yer almıştı. Demirel döneminde Türkiye, Filistin’i resmen tanımış ve diplomatik temsilini güçlendirmişti. Gazze ile Ramallah’ta çeşitli projelere katkılar sağlanmış, Filistin’in haklı davasına destek verilmeye devam edilmişti. İki devletli çözüm fikri, kararlılıkla savunulmuştu. Böylece Türkiye, Batı ile ilişkilerini korurken aynı zamanda ümmetin vicdanını da temsil edebilmişti.

Bugüne geldiğimizde tablo daha farklıdır. Gazze bombalar altında kalırken, Mescid-i Aksa baskınlara maruz kalmaktadır. Meydanlarda sert açıklamalar yapılmakta, yüksek perdeden sözler söylenmektedir. Ancak aynı zamanda İsrail ile ticaret kesilmemekte, diplomatik kanallar işlemeye devam etmektedir. Bu durum, söylenenle yapılan arasındaki çelişkiyi açıkça ortaya koymaktadır. Nutuklar çoktur, fakat fiilî destek yoktur. Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Risale-i Nur’da zulmün ebedî olmayacağını bizlere hatırlatıyor. “Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp buradan göçüp gidiyorlar. Demek, bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor.¹” Zalimlerin zulmünü fiilen desteklemek bir yana, sessiz kalmak dahi vicdanı felce uğratır. Demirel’in Gazze’de saf tutarak kıldığı namaz, işte bu yüzden yalnızca bir ibadet değil, adaletin yanında olmanın sembolüydü. O kare, Anadolu vicdanının Filistin ile bağını hatırlatan canlı bir şahit olarak kalmaya devam ediyor.

Süleyman Demirel, siyasetin farklı alanlarında elbette eleştirilebilir. Ancak Filistin’de namaz kılan son Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak anılması, tarihe kazınmış bir hakikattir. Bugün bize düşen, o hatırayı sadece yad etmek değil mazlumların yanında fiilen yer almak, hakkın sesini gür biçimde yükseltmektir. Çünkü Üstad Hazretleri’nin Risale-i Nur’un da ifade ettiği gibi: “İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havftır. Dessas zalimler, bu korku damarından çok istifade etmektedirler. Onunla korkakları gemlendiriyorlar.²” Zulmedenler korku ile hareket edenleri korkutup yönetiyor, yönlendiriyor hatta yönlendirmekle kalmayıp kardeşi kardeşe katlettiriyor. Müjdelendiği üzere “Zulüm bâkî kalmayacaktır.” diyerek temennilerimizi ve dualarımızı bu hususta eksik etmemeliyiz.
Kaynakça:
1- Sözler, 10. Söz, s.86.
2- Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, s. 704.