Isparta'nın öyle bir hâli var ki, aslında bir şey söyletmiyor kendine. Anlatacağını diliyle anlatıyor, söyleyeceğini hâliyle söylüyor ve kimseye aslında söyleyecek bir şey bırakmıyor gibi..
Her şehrin kendine has bir kokusu olduğu muhakkak. Bazı şehirlerin daha özeldir kokusu. Daha bir çeker içine, daha bir sarıverir. Ve onu daha adımınızı atar atmaz hissedersiniz. Isparta'nın kokusu farklı olmakla kalmayıp, bir de kendi kokusuyla sizi boyuyor gibi. İçine alıyor, onarıyor, temizliyor ve dinçleşmiş, hafiflemiş hissettiriyor.
Isparta mevlidi, tam da böyle bir arınmaya ihtiyacınız olduğunda oluyor. Yaz zamanının rehâvetinin sonu ve güzün başında. İzmit Yeni Asya otobüsünden yer ayırttığımızda, yeniden Barla Isparta yollarına düşeceğimizi düşünmek, sevinç, heyecan, mutluluk ve huzuru da beraberinde yaşatıyor. Gece binip sabahın ilk ışıklarıyla Barla'ya ulaşmak, Yeni Asya tesislerinden güneşin hüzmelerini izlemek, tarifsiz bir keyif, müthiş bir temâşâ. Ardından yapılan kahvaltı ile içtiğiniz bir bardak çay, gecenin bütün yorgunluğunu almaya yetiyor.
Ve Üstadın evine giden yol... Her şeyi geçtim, sadece Üstadın evine giden yolda yürümeyi anlat deseler bir ömür anlatabilirim sanırım. Sanki Üstadın elini öpmeye yürüyormuşsunuz hissi... Üstad bu yollardan geçti, bu topraklara bastı, bu manzaraya baktı, bu insanlar, bu evlerle hemdem oldu, onlar bağırlarına bastılar düşüncesi o kadar muazzam bir iklim oluşturuyor ki içinizde. Dünyanın bin türlü sıkıntısı da başınıza çökse, hepsinin üstesinden gelebilirmişsiniz gibi bir genişlik hissediyorsunuz. Ve yolun sonunda Üstadın evi... Çeşmenin her daim içinize içinize akıyormuş gibi olan o sesi... Manzarayla uyumu... Dağlar, göl ve su sesi. Bu ziyaretimizde, Üstadın evinin çaprazında Sıddık Süleyman Abinin evini keşfettik. Terkedilmiş vaziyette elbette ama, o zamanki yaşanan hâllerine eşlik etmişler. O evde yaşamışlar, belki yorganlarını çıkarıp içine kapanarak Risale yazdıkları dolaplar bu dolaplar... İnsan o kadar ürperiyor ve etkileniyor ki... O zamandan kalan hatıralar işte. Keşke dilleri olsa da konuşabilseler. Neler görmüş, neler geçirmiş, nelere şahitlik etmişler.
Barla'yı gezip yola revan olduğumuzda içimizde hem huzur, hem de hüzün vardı. Bir dahaki sefere tekrar kavuşabilmeyi dileyerek dualarımızı gönderdik. İstikamet İslamköy. Hafız Ali'nin memleketi. İçinde pek çok Nur talebesi yetişmiş, yetiştirmiş, Nur postacılarıyla Risale alıp çoğaltmış, dağıtmış İslamköy. Merhum Süleyman Demirel'in anıt mezarını ziyaret etmek ve tabiî İslamköy ilk defa nasip oldu. Duamızı okuduk, barajlar kralı Demirel'in sözleriyle bir kez daha demokrasi için ne emekler verilmiş idrak ettik. İslamköy gerçekten görülmeye değer, Demirel'in mezarı ve müzesi de aynı şekilde. Gönül isterdi ki daha fazla kalabilelim ama buradan da Isparta'ya devam etmemiz gerekiyordu.
Isparta'da camiye vardığımızda dostlarla buluşma, görüşme, hasret giderme telaşına düştük elbette. Gözümüz gönlümüz aydınlandı, içimiz açıldı ve yaşadığımız ferahlığı hem maddî, hem manevî hissettik. Bir yanda yazarlarımız kitaplarını imzalıyor, öte yanda ise kermesimiz gelenleri ağırlıyor. Herkes birbiriyle kucaklaşıp görüşüyor. Bir ailenin fertlerinin birbirine daha da kenetlenmesi gibi..
Vakit ikindiye varıp dönüş yoluna düşmüştük. İçimizde hep bir sonraki Isparta Mevlidi için ettiğimiz dualar vardı. Isparta'yı, Barla'yı bir kez daha, yeniden nasip eden Rabbime binler şükrederek döndük evimize. Bir rahmet kaynağının dâmenine yapışan çocuklar gibi...