"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Prof. Dr. Ayhan Aktar: Said Nursi, dünyaya açık bir İslam alimi

22 Temmuz 2015, Çarşamba 10:16
Prof. Dr. Ayhan Aktar: “Hızlı değişen bir toplumda savrulmalar olur, dünya değişiyor. İnternet çağındayız hiç bir şey gizli kalmıyor. Demokrat, özgürlükçü kişilerin her sabah kendilerini yeniden tanımlamaları gerekiyor. Birileri, ‘Ben İslâmcıyım’ deyip bunun her şeye yeteceğini zannettiler, ama yetmedi, kirlendiler.”

Siyasal İslâm’ı ve  son zamanlarda dindar insanların içine düştüğü kimlik karmaşasını konuştuğumuz gazeteci, yazar akademisyen İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayhan Aktar, “Evvelden İslâmî kimlik ve siyasî kimlik üst üste oturuyordu. Bir şahsın İslâmî kimliğe sahip olması onun yapacağı siyasetin tanım icabı İslâm’a uygun ve doğru bir siyaset olduğunu varsayıyordu” diyor. 2010 yılından sonra değişen konjonktürün halk arasında “Müslümandır, ama hırsız değildir” anlayışının yayılmasına sebep olduğunu söyleyen Aktar, Siyasal İslâm’ın AKP iktidarı ile vardığı noktaları değerlendi. 

Size göre Siyasal İslâm nedir?

İslâmiyet’in genel prensiplerinin ve temel metinlerinin siyasî eylem ve tercihlerde belirleyici olduğu bir siyasî anlayış. Bunun daha katı ve daha yumuşak biçimleri olabilir. Ama bu geniş bir tanım.

İslâmî kimlik ve siyasal kimlik birbirinden hangi noktalarda ayrılmalı, bu işin dengesi sizce nasıl olmalı? 

Evvelden İslâmî kimlik ve siyasî kimlik üst üste oturuyordu. Bir şahsın İslâmî kimliğe sahip olması onun yapacağı siyasetin tanım icabı İslâm’a uygun ve doğru bir siyaset olduğunu varsayıyordu. Son bir kaç senelik, hadi son on senelik macera bu görüşün altına dinamit koydu ve bu görüşü savunmak artık imkânsız hale geldi. Örneğin Mısır’da olanlar... İslâmî kimliğe sahip bir siyasî seçkinler grubunun askerî diktatörlükten modern liberal demokrat bir rejime geçişi sağlayabileceği düşünülüyordu. Mursi bunu sağlayamadığı gibi son derece dar kadro hesapları içinde Mısır’ı yönetmeye çalıştı. Diktatörlük rejiminin devrilmesine en ciddî katkıyı sağlayan şehirli-orta sınıf liberalleri de yabancılaştırdığı gibi adeta randevu ile gelen bir darbeye de teslim oldu. General Sisi, Mursi’ye ‘bak aklını başına topla şu zamana kadar seçim yapmazsan ben darbe yapacağım’ dedi. Mursi de Müslüman Kardeşler’in seçimden galip çıkamayacağını hesaplayarak seçimden kaçtı. Evet yıpranmışlardı, aynı oyu alamazlardı. Böylece, darbe oldu ve binlerce insan öldü. Mısır’da bugün diktatörlük rejimi halen sürüyor. Dolayısıyla İslâmî kimliğe sahip bireylerin kurdukları siyasî örgütler diktatörlükten demokrasiye geçiş konusunda resmen çuvalladılar. 

Türkiye’deki durumu değerlendirebilir misiniz? 

“Biz Müslümanız, biz takva sahibiyiz, çalmayız çırpmayız” diyen bir siyasî heyet 2002 yılında iktidara geldi. İlk yedi-sekiz yıl ılımlı ve olumlu icraatlarla geçti, diyebiliriz. Ama özellikle 2010 referandumundan sonraki “ustalık döneminde” öyle şeyler yaşandı ki, artık Türkiye’de birilerinin sokağa çıkıp “biz Müslümanız, valla çalmayız bize oy verin” demeleri sadece hafif istihza-gülümseme ile karşılanıyor. Halk arasında bugün çok acı bir şekilde söyleniyor bu, ama söyleniyor maalesef... “Müslümandır, ama hırsız değildir” deniyor birileri için. Bu söylem İslâmcı siyaseti savunanlar için herhalde çok ciddî bir ceza. 2010 senesinden bugüne kadar AKP iktidarının İslâm’a verdiği zararı hiçbir darbe ve baskı rejimi vermedi. 

Ayrıca, “Biz Müslümanız, İslâm barış dinidir” lâfı da artık bugün istihza ile karşılanıyor, özellikle IŞİD deneyiminden sonra. 21.yy’da İslâm adına gırtlak kesme, dünya medeniyetinin göz bebeği olan bazı arkeolojik kalıntıların altına dinamit koyma, kadınların cinsel istismara maruz kalmasına göz yumma, seks kölesi olarak kadın satma işlerini beceren bir siyasî heyetin pek artık ortada gezinemeyeceği noktaya geldik. Dolayısı ile siyaset çerçevesinde Ortadoğu örneğinden yola çıktığımız zaman Mısır başta olmak üzere diğer örnekler “Siyasal İslâmcıların” başarısızlıkları ortaya koymaktadır. 

DEMİREL’İN KIYMETİNİ ANLADIM

Türkiye’deki Siyasal İslâmcıların geldiği noktayı ve tarihsel süreçte Türkiye’nin başından geçenleri değerlendirebilir misiniz?

 Saklamadan söylemek isterim ki, ben 1970’li yıllarda sosyalist bir insandım. İşçi sınıfının ve onun iktidarının ülkenin problemlerini çözeceğine inanan biriydim. Bu çerçevede 1970’li yıllarda benim en nefret ettiğim politikacı merhum Süleyman Demirel’di. Demirel’in Yahya Demirel isimli bir yeğeni vardı, o da rahmetli oldu. Yahya Demirel vakti zamanında mobilya ihraç ediyorum, diye sunta ihraç etti ve mobilya üzerinden vergi iadesi aldı. Araştırmacı gazeteci merhum Uğur Mumcu bunu ortaya çıkardı, gazetelerde bu haberler çarşaf çarşaf yayınlandı. Yahya Demirel aleyhinde âaçıldı, neticede tutuklanıp hapse girdi. Ve Süleyman Demirel tüm bunlar olurken Başbakandı. Biz de solcu gençler olarak sürekli Süleyman Demirel aleyhinde konuşuyorduk. Ama 17-25 Aralık sürecini yaşadıktan sonra Süleyman Demirel’in kıymetini anladım. Ve bir tv programında bunu dile getirdim. Süleyman Bey yaşıyordu o zaman. Programda, “ben bir eski solcu olarak kendisinden özür diliyorum” dedim, inşallah duymuştur kendisi de bunu. Çünkü Süleyman Demirel yeğeni Yahya Demirel’i tutuklayan polisi meslekten atmadı, iddianameyi yazan savcıyı Van’a Hakkâri’ye sürmedi, mahkûmiyet kararı veren hâkimin kariyerini karartmadı. Bunların hiçbirini yapmadı. Yapabilirdi, kendisi o zaman Başbakandı. 

Ben 60 yaşında bir insanım, dolayısıyla bu ülkenin siyasetini 40 yıldır takip ediyorum. Son dönemde yaşananlar Türkiye tarihinin hiçbir döneminde yaşanmadı. Her yatırımdan, Türkiye’deki yapılan her inşaattan veya ihaleden birilerinin bir şeyleri tırtıkladığı bir dönem yaşanmamıştı. Bakan çocuklarının evlerinde ‘para sayma makineleri’ bulunmadı. Bu ilk defa yaşanıyor. Bunun etkileri kalıcı olacaktır. İslâmcıların çok sık telâffuz ettiği bir lâf vardır; “ahlâken çöküntü içinde olan Batı Hıristiyan medeniyeti”. Artık bu lâf da tarihin çöplüğüne atıldı. Ben Türkiye’de namuslu, Latin Amerika’daki baskıcı rejimlere karşı halkın yanında direnen Katolik rahipler gibi din adamının arayışı içindeyim. Diktatörlere, baskıcı rejimlere karşı direnen din adamlarını görmek istiyorum, ama Türkiye’de bulamıyorum. Latin Amerika’daki Katolik rahipler hürriyet mücadelesinde her zaman önde olan örnek insanlardır. Askerî diktatörlüklere karşı dindarların yanında yer almış olan insanlardır. Türkiye’de bu kalitede din adamlarını görmeye hasretiz.

MÜSLÜMANLAR MORAL BOZUKLUĞU İÇİNDELER

AKP iktidarıyla insanlar ne kadar dindarlaştı?

 Bu konuları daha önce kıymetli dostum Ali Bulaç’la paylaşmıştım. Ali Bey bana yakın düşündüğünü, bu siyasî iktidarın İslâmiyet’e en büyük zararı yaptığını ve bu süreçten sonra bir tip sekülerleşme ve ateistleşme dalgasının yaşanacağını söyledi. Bunları da yazdı. AKP‘nin 2010’dan beri insanlara yaşattıkları sayesinde, ‘imama kızanların dinden çıkması’ çok yaygın hale geldi. “Eğer İslâm buysa, İslâmcılık buysa, Müslümanlık bu ise yok, ben oralarda değilim” diyen samimî dindar bir sürü arkadaşım var benim... Ve bu insanlar çok büyük moral bozukluğu içindeler.

KAYBEDENLERİN KOALİSYONU

Türkiye’deki Siyasal İslâm çizgisinin AKP ile varacağı noktayı siz nasıl görüyorsunuz?

7 Haziran seçim sonuçları büyük koalisyonu gösteriyor. Benim tahminime göre, AKP-CHP koalisyonu kurulur. Bu kaybedenlerin koalisyonudur. 2011 seçimlerinde 43,5 milyon seçmen oy kullandı, 2015’de ise 47 milyon seçmen oy kullandı. AKP yeni seçmenlerin oyunu alamadığı gibi 2011’deki oyundan da 2.5 milyon kaybetti. CHP ise bu 3,5 milyon genç seçmenin ancak % 10’unun oyunu alabilmiş. Dolayısıyla, bu seçimin iki kaybedeni var: AKP ve CHP. Son günlerde, ‘biz bir daha seçime gideriz’ diyorlar, ama bu lâflar tamamen karanlıkta ıslık çalmaktır. Yani bir kaybedenler koalisyonu kurulacak ve siyasî hayata eksiden başlayacaklar. Bunu artıya çevirebilirler mi, bilmiyorum. Artıya çevirmek için;

1- Barış sürecini belli bir düzene koymak lâzım. Yani insanlar dağdan inip düz ovada siyaset yapar hale gelmeleri lâzım.

2- Merkezi yönetimin yerini yerel (yerinden) yönetim almalıdır. Erzincan Lisesindeki matematik öğretmenin atamasını da Ankara’dan yapıyorlar. Bunun yerini, yerinden yönetim almalı. Atamayı Erzincan Valisi yapmalı. O zaman her gün TBMM’ye torpil için gelen 5 bin vatandaşın sayısı 50 kişiye iner.

3- Bütün bunları yapmanın yolu yeni bir anayasadan geçer.

Eğer, yeni bir Anayasa, seçim kanunu ve yerel yönetimlere yetki devrini gerçekleştirirlerse eksiden artıya çıkarlar. Yoksa, birlikte batarlar. Unutmayın, daha evvelden ANAP ve DYP birlikte batmıştı.

Havuz medyasının ahlâkını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu gazetelere baktığımız zaman çok ciddî bir itibar kaybı yaşadılar, ama bu itibar kaybı yeni başlamıyor. Bu dönemde daha da yükseldi sadece. Zamanında bazı gazete patronlarının ofislerinde koalisyon modelleri tartışılırdı. Basınımızın Amiral Gemisi olan gazetenin neler yaptığını biz çok iyi biliriz. Havuz medyası gazetelerinin artık alıcısı yok, süpermarketlerde bedava dağıtılıyor çoğu. Kimse okumuyor, bir tek Ankara’da dar bir çevre bakıyordur o gazetelere. ‘Aferin, bizim çocuklar ne de güzel iş yapmış’ diye övünüyordur o kadar. Her cenahın ciddiye aldığı bir gazete vardır. Ben şahsen ciddiye alıp bakmıyorum bile. Havuz medyasına para akışı kesilsin, hemen muhalefete dönerler. 

“BEN İSLÂMCIYIM” DEYİP, BUNUN YETECEĞİNİ ZANNETTİLER

Türkiye’deki Siyasal İslâmcıların muhafazakârlıklarını nasıl değerlendirebiliriz?

Türkiye’de kendisine muhafazakâr diyen insanlar hiç de muhafazakâr değil. Ben İngiltere’de 1,5 sene eğitim aldım, muhafazakârın ne olduğunu bilirim. Kimse bana Zeytinburnu’na diktiği gökdelenlerle İstanbul’un siluetini bozan adamların muhafazakâr olduğunu söylemesin. Onlar “tahripkâr” ve tahribattan keyif alan ve rant yiyen insanlar. Haliç’e o korkunç boynuzlu köprüyü yapanların muhafazakârlıkla ilgisi yok. Bunlar, kendilerine bir zamanlar “mücahit” diyen, ama şimdi “müteahhit” olan insanlar. Bir şeyleri muhafaza etmeye çalışanlar, belli bir estetik kaygıya saygı duyan insanlardır. Çamlıca Tepesine Tayyip Paşa Camii inşa etmek muhafazakârlık değildir. Türkiye’de kendilerini Atatürkçü veya ilerici olarak görenler ise; 1920’lerin veya 1930’ların değerleriyle yaşamak isteyen insanlar. “Antika severler” diyorum ben onlara.

Bu yaşadığımız son 5 yıl kendisine milliyetçi, mukaddesatçı, muhafazakâr diyen kesimin neleri yapabileceğini gösterdi. Bu görünen manzara dudak uçuklatıcı. Ben Allah’tan bu gelenekten gelmiyorum. Siyasî formasyonum İslâmcılıkta şekillenmiş olsaydı her halde bugün alkolik olurdum. Etraftaki manzaraya bakıp fenalık geçirirdim. Bu da değişecek her halde, yeni bir dengeye gelecek. Hızlı değişen bir toplumda savrulmalar olur, dünya değişiyor. İnternet çağındayız hiçbir şey gizli kalmıyor. Demokrat, özgürlükçü kişilerin her sabah kendilerini yeniden tanımlamaları gerekiyor. Birileri, “ben İslâmcıyım” deyip bunun her şeye yeteceğini zannettiler, ama yetmedi, kirlendiler.

Türkiye genelinde yapılan icraatları nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Türkiye’de bir seçkinler grubu vardır bunlar beton görünce, baraj veya otoyol görünce mutluluktan uçarlar. Kemalistler ile İslâmcılar arasında bu bakımdan bir fark da yoktur. Ben ise, sol gelenekten gelen bir İstanbullu olarak da iyi restore edilmiş bir cami, çeşme, türbe veya park görünce çok mutlu olurum. Bana Türkiyeli olduğumu hatırlatan şeylerdir, bunlar. Otoyolun, alış veriş merkezlerinin ve barajların en iyisini ben zaten Amerika’da gördüm. Bende özel bir coşku uyandırmıyor.

“İçine kapanık değil, dünya ile yarışmaya hazır”

Said Nursî’nin Siyasal İslâm karşısındaki duruşunu nasıl değerlendirebiliriz?

Çok büyük bir din âlimi ve reformist. Türkiye’de iki ana akım var bence. Bir tanesi dünyaya kapılarını kapatmış; TV’yi kapatarak, interneti keserek, Youtube veya Twitter’ı yasaklayarak ayakta durmaya çalışan bir İslâmî anlayış var. Diğeri ise dünya ile rekabet etmeye çalışan, dünya ile rekabeti ciddiye alan bir anlayış. Said Nursî’nin anlayışı ikinciyi temsil ediyor, benim gözümde. İçe kapanık değil, dünyayla yarışmaya hazır. Dünyalı olmayı ve aynı zamanda mü’min olmayı benimseyen bir anlayış. Hani Kemalistlerin hep tekrarladıkları “İslâm’da reform lâzım” lâfları vardır ya, bu reformu Said Nursî’nin fikriyatı çok çok önceden gören ve hayata geçirmeye çalışan bir fikriyattır. Bendeniz, bir sosyal bilimci olarak kendisini bu çerçevede değerlendiriyorum.

Haber Merkezi

Okunma Sayısı: 9073
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Hasan Yüksel

    22.7.2015 09:36:07

    Çok değerli yorumlar. Teşekkürler.

  • cemal özkaya

    22.7.2015 08:21:48

    yazıyı zevkle okudum. şahsen yıllardır yaptığımız tesbitlerin sol gelenekten gelen biri tarafından mahzurlarıyla beraber anlatılması beni hem sevindirdi hemde üzdü. çünkü o neticelerin önceden tesbit edilmekle beraber olmasını istemezdim. ama içtimai ve siyasi olarak maalesef hep asrın imamının dediği oluyor. ona tabiyi ama yinede vah bize demekten kendimi alamıyorum.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı