Dereler akabilmek için bir yatağa, ruhlar
özgürlüğü yaşamak için kadere ihtiyaç duyar.
Rollo May
Kelâm ilminin konusunu usul-u din oluşturmaktadır. Yani bütün imanî bahisler kelâm ilminin ilgi alanına girmektedir. Ancak kelâm ilminin tarihsel gelişimine baktığımızda, mesaisinin büyük bir bölümünü, kader ve serbest irade bahsine ayırdığını görmekteyiz.
İLM-İ KELÂMIN YAKLAŞIMI
Kader ve irade bahislerinin derin ve girift bir yapıda olması, bu konularda farklı görüş ve ekollerin doğumuna sebebiyet vermiştir. Bu ekoller zaman içerisinde usul-u din alanında ehl-i sünnet, mutezile ve cebriye diye isimlendirdiğimiz mezheplere dönüşmüşlerdir. Kelâm ilmi özgürlüğü iradeye münhasır bir özellik olarak kabulle ele almıştır. Biz bu kabulün eksik olduğu kanaatindeyiz. Burada sadece şu kadarını ifade edelim ki; özgürlük sadece iradeye münhasır kılınamaz, özgürlük, insanın zihin, his ve lâtife gibi diğer unsurlarının da bir yönelişidir.
Esasen kader, irade özgürlüğünün, irade özgürlüğü de, kaderin paradoksudur. Kelâm ilmi soyut akıl ve analitik düşünce ile meseleleri ele alıp inceler. Bu metotla kader ve irade özgürlüğü gibi halî ve vicdanî bir meseleyi çözümlemek elbette mümkün olmayacaktır.
Nitekim kader ve irade özgürlüğünün bu paradoksal durumuna kelâm ilminin metodu ile yaklaşıldığında, varılan sonuç; kader varsa irade özgürlüğünden bahsedilemez, irade özgürlüğü varsa kaderden bahsedilemez olmuştur.
Dolayısıyla kadere inananlar (cebriye); kader lehine irade özgürlüğünü inkâr etmişler, irade özgürlüğüne inananlar (mutezile) ise; irade özgürlüğü lehine kaderi inkâr etmişlerdir. Ehl-i sünnet âlimleri bu meselede vahye sıkı sıkı yapışarak kaderin irade özgürlüğüne, irade özgürlüğünün kadere tercih edilemeyeceğini belirtmişlerse de, kelâmî metotla bu durumu izah ve ispatta oldukça zorlanmışlardır.
KADERSİZ ÖZGÜRLÜK OLMAZ
İrade özgürlüğü ve kader gerçekten birbirinin paradoksudur. Ancak paradoks ünlü yazar ve psikiyatrist Rollo May’ın anlatımıyla; iki şey birbirine zıt görünseler de birbirleri olmaksızın var olmayacak şeyler arasındaki ilişkiyi tanımlar. Bu durumda ölüm hayatın, nefis vicdanın, kötülük iyiliğin paradoksudur. Bilindiği gibi hayat, ölümün farkındaysak daha canlı, daha tatlıdır. Aynı ilişki kader ve irade özgürlüğü arasında dahi caridir. Kader sebebiyle/kaderiyle yüzleşen insanlar iradesini özgür/öz(ü)gür kılmaktadırlar.
Kader insana fiziksel, psikolojik ve kültürel sınırlar koyar. İnsan bilkuvve olan kabiliyetlerini bu sınırlarla yüzleşmek suretiyle bilfiil haline dönüştürüp, özünü güçlendirir. Sağır olmak Beethoven’in kaderiydi, Beethoven bu kaderiyle yüzleşerek, onu müzik duyarlılığını ortaya çıkarmada bir uyaran olarak kullandı ve 9. Senfoniyi yazdı.
SONUÇ
Esasen sahih dinlerin, özellikle son din olan İslâm’ın ortaya koyup şart kıldığı bütün iman esasları insan ruhunu özgürleştirme temrinleridir. Nitekim Allah inancı insanın zihnini, peygamber inancı insanın aklını, meleklere iman insanın şuurunu, ahiret inancı insanın hissini, kitaplara iman insanın lâtifelerini, kadere iman ise insanın iradesini özgürleştirir. Ancak tahrif edilmiş ve yozlaştırılmış din ise aksine sonuç doğurur. Onun için peygamberler en büyük mücadeleyi tahrif edilmiş dinlere karşı vermişlerdir. Bu gün Batı’da dinlerin insanı tutsak kıldığı anlayışı varsa ve hâkimse, bu anlayışın temelinde tahrif edilmiş dinin ortaya konulan pratiği yatmaktadır.