Bediüzzaman Hazretleri eserlerinde kendisinin talebeleri ile, talebelerinin kendisiyle veya talebelerinin birbiriyle ve samimi dostlar ile görüşmelerini çok önemser.
Bu görüşmeleri; “Canlı bir mektup gibi…”, “Onların gelmesi bir panzehir oldu…”, “Elîm sıkıntılarım zâil oldu…” (Emirdağ Lahikası) gibi ifadelerle niteler. Eserlerinde, iman -Kur’ân talebelerinin birbiriyle görüşmelerinin dünyevî, uhrevî pek çok hikmetleri anlatılır.
Hakikat-i halde, size Allah’ı Kur’ân’ı, Peygamberimizi (asm), Risale-i Nur hizmetlerini hatırlatan kişi hayırlıdır. Onların gittiği yerde bereket vardır. Onlar gittikleri yerlere müjdeli, hikmetli derslerle giderler. Onlar her mekanda bir iki satır bir şeyler okuyup, görüşmelerini tefekküre, ibadete çevirirler. Onların ‘mukteza-i hale mutabık’ okudukları dersler şifa olur.
Zaten onların tavırlarında, duygularında, sözlerinde ihlâs vardır. Ziyaretlerini, Allah için yaparlar. Ondandır ki, ziyaretleri pek çok hayırlı meyveler verir. İhlâslı sözleri tesir eder. Onlar birbirlerini Allah için severler. Bu zamanda bu ‘ihlâslı hal’ çok önemlidir.
Bediüzzaman, kendileriyle görüşülen Nur talebelerini, “her biri yüz adam kadar ehemmiyetli olan hakikî mücahid kardeşler ile görüşmek” diyerek niteler. O, yapılan bu görüşmelere, “akd-i uhuvvet etmek, kuvvet vermek ve almak ve teselli etmek ve müteselli olmak”, “güzel seciyelerinden istifade etmek” (Şualar) gibi seçkin ifadelerle anlam yükler.
Hatta kardeşlerindeki ihlâsın kendisini de ihlâslı hale getirdiğini ifade eder.
Kardeşler birbirine böyle bakınca ve değerlendirince, elbette onların varlığı, ziyaretleri çok daha hikmetlerle dolu hale gelir ve Allah böyle ziyarette rahmet kapılarını açar.
Burada önemli olan iki nokta var. Biri, kardeşleri gören açısından, yani Kur’ân talebelerini öyle görmek ve öyle hissetmek ve onları görünce heyecan duymaktır. Diğer de, görülen açısından; o kardeşlerin kendilerini öyle olmak üzere hazırlamış olmalarıdır. Yani fedakâr, sadık, kahraman, yüz adam kuvvetinde bir içerikte olmalarıdır.
İşte böyle kardeşlerle ‘müfritane irtibat’ içinde olmak tavsiye edilmiş. Yani her Nur muhatabının böyle nitelikli olması, olmaya gayret etmesi icabeder. Yoksa kimsenin kimseye, “Sen şöylesin, böylesin!” deme hakkı yoktur. Bu noktada herkes kendi nefsine, “Ben bu hususiyetleri ne kadar taşıyorum.” diyerek bakmak durumundadır. Herkesi de kendi nefsinden üstün görmek ahlâkı önerilmiş. O zaman kişi o şahs-ı maneviye lâyık yüksek ahlâklı bir kişi olmaya, onlardan biri olmaya çalışmalıdır. İşte o zaman hakikî dostlar ile görüşmek, her bir saati yirmi saat veya daha fazla sevap kazandıran bir neticeye dönüşür.
Ve bu dost görüşmeler ve geçen saatler ebedîleşir.