Bir fikri anlatabilmek; onu akılda tutmakla, onu işlemekle hatta belki daha da önemlisi onu yaşamakla mümkündür.
İnsan ancak yaşadığı şeyleri en kolay biçimde anlatabilir. Büyük dâvâların, öğretilerin liderlerine bakıldığında o öğretiyi en güzel şekilde bizzat kendisinin yaşadığını görürüz. Çünkü yaşantı bilginin hazmedilişi sonucu ortaya çıkar. Yaşantımız bizim en dürüst halimizdir. Yani yaşantımıza bakarak nasıl bir düşünce biçimimiz olduğunu, neyi ne kadar özümsediğimizi, ikiyüzlü taraflarımızı, zaaflarımızı, kuvvetli yanlarımızı değerlendirebiliriz.
Bediüzzaman’ın, Risale-i Nurlar’da sıklıkla vurguladığı tahkiki iman da bir yaşantıdır. Tahkik; aklın hazım biçimidir. Yani gelen bilginin çeşitli süzgeçlerden geçip, posalardan arınıp, en faydalı biçime kavuşması sonucu ortaya çıkan bir yarar halidir ve tahkiki iman da, imanın en fayda veren hale kavuşmasıdır. Öyle ki bu fayda ahiret hayatına da sirayet etmiştir.
İnsanlar, “Neden inanmayanlara dinimi güzel şekilde anlatamıyorum, lâyıkıyla neden dinimin hükümlerini ortaya koyamıyorum?” diye yakınıyorlar. Dinini güzel anlatabilmek, ağzın lâf yapmasıyla alâkalı bir durum değildir. Ağzın lâf yapması, günü kurtarsa bile karşıya bir fikri, bir düşünceyi etkili olarak iletmekte noksan kalır, kısa vadeli etki bırakır. Efendimiz (asm), büyük imparatorluklara tebliğ için ağzı lâf yapanları göndermemiştir. Yine Cafer İbn-i Ebi Talibi (ra), bir ikna, bir hitabet dâhisi olan Amr bin Âs’ın (ra) karşısında, Necâşi’nin önünde konuşturan sır ağzın lâf yapması değildi. Sahabeler lâf cambazlığı yapmadılar, onlar mükemmel birer hatip de değillerdi. Onların sırrı yüzyıllar sonra “Her suale cevap verilir, sual sorulmaz.” diyen Bediüzzamanı, Divan-ı Harb-i Örfide konuşturan sırdı.
İman, eğer yaşantıya aksederse kişi anlatmaya başlar. Çünkü yaşantı en güçlü hafızadır. Hayata farklı bir pencereden bakabilmeyi, tefekkür edebilmeyi bilen insanlar, diğer insanlara farklı bir bakış açısı, ufuk sunabilir. Sahabeyi sahabe yapan en büyük güç budur. Onların yaşantıları lâfızlarını, hafızalarını, bakış açılarını, vizyonlarını belirliyordu. O yüzden dillerini bile bilmedikleri bir topluluğa tebliğ için giderken tereddüt taşımıyorlardı.
Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur. (Mektubat) Ne yaptığımız, ne konuşacağımızı belirler. Dosdoğru yaşamak bu işin sırrıdır. Lâfızla yaşantının aynı eksende buluşmasıdır. Tebliğ o zaman bizim için kolay olur.