"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bir zillet hali: Mânevî dilencilik

Nurenda Yaşar Coşkun
09 Eylül 2018, Pazar
İktisadın maddî ve manevî yüzlerce hikmetinden birisi, manevî dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet hali olmasıdır.

Bu konu iktisadın benlik ve karakter üzerine etkilerini ve önemini vurgulamakla birlikte “manevî dilencilik” kavramının biraz daha açılıp, anlaşılması için önem teşkil etmektedir.

Dilencilik; en genel mânâda bakıldığında herhangi bir karşılık sunmadan bir şey talep etme, isteme hâli gibi anlaşılır. Yani dilenen kimse çoğunlukla dilendiği kişide bir acıma ya da vicdanî yükümlülük hissettirerek bir şeyler elde etme yoluna girer. İlk başta insan fıtratına çok ağır gelen bu durum zamanla bir hayat tarzı ve alışkanlığa dönüşür. Yani dilenme hali artık bir eziyet olmaktan çıkar, normal hale gelir. Dilencilik sektörü, aslında içinde çok ciddî bir fıtrat bozukluğunu barındırır. Dilencilerin % 70-80’i bunu meslek haline getirip bir defalığa mahsus olmaktan çok bir alışkanlık ve hayat tarzına dönüştürmüşlerdir. Yani artık alışan kişi sadece ihtiyaç halinde değil, her fırsatta aynı fiili tekrarlar. Bu da kişide uzun sürede çok ciddî bir yıkım yapar ve zillet halini doğurur. Zillet hali de eğer kula karşı olursa fıtratı bozar. İnsan konumu gereği kuldur ve ancak Rabbi karşısında karşılıksız bir şey talep eden bir konumdadır. 

Risale-i Nur’da kullanılan manevî dilencilik tabirine baktığımızda, bunun da maddî dilencilikten ve onun getirdiği ahlâkî yıkımdan pek de farklı olmadığını görürüz. Yani aslında yıkım aynı yıkımdır, fakat biri diğerine göre daha alenidir. İnsan maddeden ibaret olmadığından yaptığı çoğu davranış mânevî âleminde de karşılık bulur. Yani her iki dilencilik de enenin yanlış kullanımının neticesidir.

Mânevî dilenciliğin birçok şekle girmiş hâli vardır. Ama temelde acz ve fakrı kullanacağı yeri bilememe ve nokta-i istinat ve istimdadı yanlış kapılarda arama durumu diyebiliriz. Böyle bakılınca firavunun da mânevî bir dilenci olduğu görülür. Yani mânevî dilenciliğin maddî dilencilikten farkı zengin ya da fakir ayırmamasıdır. Herkeste görülebilir. Alenî olmadığı için ve fark edilmesi zor olduğu için tehlikelidir ve ne yazık ki kişideki tahribatı büyüktür.

Fakirlikle zillet arasındaki fark tam da buradadır. Fakir olmak ya da zengin olmak eneyi kullanış biçimine göre kaybettirir ya da kazandırır. Cenâb-ı Hak katında kişinin fakir ya da zengin olması arasında bir fark yoktur. Kişi Rabbine mi kuldur, yoksa kula mı kuldur. Bu ayrım önemlidir. Kişi fakir olabilir, ancak kime kul olacağını biliyorsa izzetlidir. Ya da kişi zengin olabilir, ancak Rabbini tanımıyorsa zillet halindedir.

Nitekim başta kendi Peygamberimiz (asm) olmak üzere birçok peygamber ve evliya maddî olarak pekte zengin olmayan bir hayat sürmüştür. Ancak yeryüzünün en izzetli en şerefli insanları da onlardır. Üstad Hazretleri iktisadın kişiyi mânevî dilencilikten kurtaracak bir sebeb-i izzet olduğunu söyler.

Mânevî dilencilik de, tıpkı maddî dilencilik gibi alışkanlık yapan bir hal olduğundan dolayı uzun vadede karaktere çok büyük zararlar verir. En önemlisi kişiye Rabbi karşısındaki kul olma konumunu unutturur. İşte iktisat bu alışkanlığı bir yerden kırar ve kişiye gerçek konumunu hatırlatır.

İnsanın ihtiyaçları hadsizdir ve dünya hayatında doyum diye bir şey yoktur. Bundan dolayı nefis ne kadar beslenirse beslensin her zaman daha fazlasını isteyecektir. Yani herkes potansiyel bir manevî dilenci adayıdır. Çünkü elde edilebilecek olanın sonu yoktur. Bu yüzden burada iktisat ve kanaat nefsi dizginleyerek, bu isteklere bir had koyar. İnsanın had konmamış kuvvelerine kendi kendine had koyması zordur. İşte iktisat düsturu kişinin bu had konmamış kuvvelerine had koyar. Bu sadece kuvve-i şeheviyenin bir türü olan kuvve-i zaika için değil, kuvve-i akliye ve kuvve-i gadabiye içinde böyledir. Aklın iktisadı onu vasat daireye çekmektir. İhtiyacı olan hakikatler akıl için ekmek ve su hükmündedir ve kuvve-i akliyeyi boş şeylerle doldurmak israftır kişinin haddi aşmasına sebebiyet verir. Kuvve-i gadabiye için de öfke kontrolü yine kuvve-i gadabiye için bir iktisat halidir. Kuvve-i şeheviyede israf kişinin maddî olarak sağlığı başta olmak üzere mânevî olarak da birçok cihazatının bozulmasına sebep olur.

İşte bütün bu hadsiz ihtiyaçlar ve sınır konulmamış kuvvelere iktisatla had çizilmezse kişi manevî bir dilenci hükmünde olur ve zillete düşer. Zillete düşen kişinin yapamayacağı şey yoktur. Çünkü Rabbine karşı kul olma konumunu yitirmiştir. Dünyevî bütün bağımlılıklar mânevî zillete giden birer yoldur. Vazgeçemiyorum denilen her hal, her şey kişiyi mânevî zillete düşürecek birer potansiyeldir. İşte bu duruma karşı en sağlam yol iktisattır. İktisat kişinin dünyaya olan bağlantısını asgarî düzeyde tutar. Gerçek ihtiyaçları hedef alır. Kişiyi yalancı bir iştahtan korur.

Okunma Sayısı: 4480
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı