Şeriatı kol kesmek ve recm olarak bilen şeriatsız şeriata karşı gelenlerle, şeriatı zahiren yaşamak ve bazı ibadata hasretmek, hal ve gidişi ciddiye almayarak haksızlık irtikab edenlerin anladığı şeriat, şeriat değildir.
Bir zaman Lübnan’ın iç savaşı hengâmında solcu Müslüman sağcı Hıristiyan tabirleri kullanılıyordu. Biz de bu haberlere taaccüp ediyor, solcu nasıl Müslüman sağcı nasıl Hıristiyan oluyor diyorduk?
Şimdi baktığımızda hak hukuk noktasında solcu denen insanlarla dindar kesim kıyaslamasında acip hallere şahit oluyoruz.
Tabiî işin esası 90’larda Rusya’nın dağılması komünizmin çökmesiyle zındıkanın güzergâh değiştirdiğini, araçları becayiş ettirdiğini fark edemedik. Rota değişikliği o günlerin bir eseri olarak bu gün kendisini hissettirmeye başladı. Ancak ma’kes bulması biraz zaman ister.
1991’de kurulan SHP-DYP koalisyonunda çokta ekstrem bir icraât görmediğimiz gibi, sanki DYP tek başına iktidarmış gibi demokrat bir hükûmet iş başında görünüyordu.
O günlerden bugüne köprünün altından çok sular akıp gitti.
Senelerce Nur’ları söndürmek için bütün kuvvetiyle itfaiyecilik yapan CHP, bu gün sözde iktidarda olan dindar bir hükûmetin yasaklattığı Risale-i Nur’un bandrol yasağını, Anayasa Mahkemesine götürerek (Yeni Asya’nın verdiği hukuk mücadelesi ile) 666 gün sonra serbest olmasındaki demokratça duruşu mânidardır. Yanlış anlaşılmasın; sol fikirli insanların dine bakışını değil dindarda olması gereken fiiliyatını nazara vermek istedik.
Bizde biraz toptancılık var ki, Rahim isminin tecellilerine ters. Cenâb-ı Erhamürrahimin herkese, her canlıya merhamet etmesi, Resul-i Ekrem’in (asm) Ebû Cehil’i 70 kereden ziyade hidayete dâvet etmesi, Üstad Hazretleri’nin dine zararlı dünyaca büyük bir kumandana 1. Desise-i Şeytaniyeyi ders vermesi, Hilmi Uran’a yazdığı mektup ki, bütün günahları geçmiş hükümete verip hayra teşvik etmesi gösteriyor. Ki, hiç kimseyi mahşer terazisi kurulmadan Cehenneme atıp damga vurmamak lâzım ve vazifemiz de değildir.
Deniyor ki, neden bazı dindarlar iyi bir baba, iyi bir koca, iyi bir esnaf olamıyor da, bazen dinden uzak ya da Alman bir Hıristiyan iyi bir eş, çocuklarına iyi bir baba, çevresine de güven veren bir insan olabiliyor?
Aynen, muazzez Üstad’ın ittifak ve ihtilâfla alâkalı dediği gibi bizde; dürüstlük hak ve hakkaniyet ehl-i hakkın hakkı iken ve haksızlık ehl-i fasıkın hakkı lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi? deriz.
ŞERİAT İKİDİR
Müslümanda olması gereken hak ve hakkaniyet ölçüleri, bir bakıyorsun Hıristiyan ya da dinden uzaklaşmış belki de şeriata muhalif, sol tandanslı birinde görebiliyoruz.
“Eskide bazı dinsizleri gördüm ki: Ahkâm-ı Kur’âniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette hakkın iltizamıyla İslâmiyete mazhardı; ‘dinsiz bir Müslüman’ denilirdi. Sonra bazı mü’minleri gördüm ki; ahkâm-ı Kur’ânîyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar... ‘gayr-ı müslim bir mü’min’ tabirine mazhar oluyorlar.
Öyle ise herbir Müslümanın herbir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh Müslüman olan bir sıfatı veya bir san’atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden caiz olmasın?”
Ancak zâhiri şeriati bu kadar hayatına geçirmiş bir mü’min bu kadar haktan ve hukuktan uzak olmamalı. Galiba her şeyde olduğu gibi biz, bize ebedî lâzım olacak din ve şeriat’dan bihaberiz.
Halbuki şeriat ikidir diyor Bediüzzaman:
“O Zât-ı Zülcelâl’in iki vasf-ı kemalden iki Şer’i tecelli; vasf-ı iradeden gelen meşietle takdirdir,
O da şer’-i tekvinî... Vasf-ı Kelâm’dan gelen şeriat-ı meşhure. Teşriî evamire karşı itaat, isyan nasıl olur. Öyle de tekvinî evamire itaat ve isyan olur. Birincisi galiba dâr-ı uhrada görür,
Mücazatı, sevabı. İkincisi ağleba dâr-ı dünyada çeker, mükâfat ve ikabı. Meselâ: Nasıl sabrın mükâfatı zaferdir;
Ataletin mücazatı sefalet. Öyle de, sa’yin sevabı olur servet. Sebatta da galebedir mükâfat.
Bazan iki şeriat evamiri, bir şeyde beraber müctemidir. Her birine bir cihet... Demek tekvinî emre itaat ki bir haktır.
Biz galiba zâhiri şeriatla iktifa edip, tekvinî şeriat dediğimiz işlerimizi başkalarına bıraktık ki geldiğimiz nokta vahimdir.”
M. Âkif veciz söylemiş:
“İşleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi.”