Sultan II. Abdülhamid tüm tahriklere karşı Rumeli isyanında ve 31 Mart Vak’asında kardeş kanının dökülmesine karşı çıkmış, “Ben Halife-i İslâmım. Müslümanı Müslümana kırdırmam” demiştir.
Padişah, bazıları tarafından tavsiye edilen istikamette hareket ederek Rumeli’deki isyânı bastırma cihetine gidebilirdi. Ama o, kan dökülmesi kuvvetle muhtemel ve neticesi şüpheli olan bir yolu değil, kendi ifâdesiyle, “Suyun akışına gitmeyi” tercih etti ve “Hüsn-i niyeti gösterir bir şefkatle meşrûtiyeti kansız kabul etti.” Aralık-1908’de Meclis-i Mebusan’ın açılması münâsebetiyle Meclis’de okunan nutkunda Padişah, ‘Muhâlif rey ve mütâlâada bulunanlara rağmen, bilâ-tereddüd Kanun-u Esâsi’yi îlân eyledim.’ ifâdesiyle bu hususa işaret etmiştir.
Şedid bir Abdülhamid muhâlifi olan Süleyman Kâni İrtem, “Meşrûtiyet Doğarken” isimli eserinde Sultan’ın bu müsbet tavrını şu şekilde teslim etmiştir: “ İnkılâp dâhilî bir harp olmadan kazanılmıştı. Öldürülen ve yaralanan birkaç hafiye ve bazı garazkârlıklara kurban olmuş birkaç kişiden başka kimsenin kanı dökülmemişti. Bu sebeple idi ki, İngiliz gazeteleri bu ikinci Osmanlı meşrûtiyeti için, ‘Gül suyu ile yıkanmış inkılâp’ diyorlardı. Diğer Avrupa gazetelerinde de bu inkılâp için, ‘Kan yerine su içenlerin inkılâbı’ diyenler olmuştu.” Bediüzzaman II. Meşrûtiyetin îlânı için, “Elimize meccânen geçti. Milel-i sâire milyonlarla cevâhir-i nüfus feda etmekle kazandılar.” derken bu hakikati ifâde etmiştir.26
Bediüzzaman’ın Sultan Hamid’in şefkatini nazara vermesi sadece bundan ibâret değildir. 31 Mart Vak’asından sonra sevk edildiği Divan-ı Harb-i Örfî’de de bunu ifâde etmiştir.27 “Şefkatli Sultan” tâbirini, Sultan Abdülhamid’i tahttan indiren iradeyi temsil eden mahkeme heyetine karşı kullanması elbette daha mânidardır. Hâlbuki isyânın ikinci günü Volkan Gazetesinde, “Halife-i İslâm Abdülhamid Han Hazretlerine Açık Mektub” neşrederek, “Sizin için en şanlı devir şimdi başlamaktadır” diyen Derviş Vahdeti dahi aynı mahkemede panik içerisinde kendisini şu şekilde müdafaa etmiştir: “Sultan Hamid’i katiyyen sevmem. Ve Âdâ-yı ekberiyim… Hakan-ı mahlû’un çevirdiği irtica dolabında alet olmuş olsaydım, ben de askeri tahrik edenler meyânında bulunurdum.”28 31 Mart Vak’asının günah keçisi haline getirilen zavallı Vahdeti bu beyânlarına rağmen asılmaktan kurtulamamıştır.
Sultan Abdülhamid’in bu şefkatli tavrının 31 Mart Vak’asındaki tezâhürünü, İsmail Hami Danişmend “31 Mart Vak’ası” isimli eserinde şu şekilde kaydetmiştir: “İstanbul’da bulunan Padişaha sadık Birinci Ordunun kumandanları Sultan Hamid’in ayaklarına kapanarak Hareket Ordusu’na mukavemet edilmesi için yalvardıkları halde Padişah kabul etmemiş, asabi bir sesle onlara şöyle hitâb etmiştir: ‘Paşalar ben Halife-i İslâmım. Müslümanı Müslümana kırdıramam.’”
Tahsin Paşa’nın yerine İttihatçılar tarafından Mâbeyn Başkâtibi olarak tâyin edilen Ali Cevad Bey mezkûr fezlekesinde o günleri şu şekilde kaydetmiştir: “Sayıları dört bini bulan ve Yıldız etrafındaki kışlalarda barınan 2. fırka askerleri, Hareket Ordusu’nun haberini alınca telâşa kapılıp cephane istemeye başladılar (...) Cephanelik kapıları kırılarak askerlere cephane dağıtılmaya başlandı. Bunu haber alan Padişah, binek taşına çıkarak ‘Asker zinhar kurşun atmasın. Eğer kurşun atacaklarsa, ilk önce beni vursunlar, sonra kurşun atmaya başlasınlar’ dedi.”
Danişmend, o sırada Sultan Hamid’in ağzından çıkacak tek bir kelimenin, Hareket Ordusu denilen derme çatma kütleyi bir anda mahvetmeye ve Türkiye’nin en mükemmel kuvveti olan Birinci ordunun başına iyi bir kumandan koyup vur emrini vermesinin devletin bütün mukadderatını değiştirmeye kâfi olduğunu ifâde etmektedir. Padişah bilâkis, Birinci Ordunun kumandanı Nazım Paşa’yı Rumeli kuvvetlerine mukavemet etmemeleri için İstanbul askerini yemin ettirmeye memur etmiştir.
DİPNOTLAR:
26- Divan-ı Harb-i Örfî, 172.
27- Divan-ı Harb-i Örfî, 133.
28- Çavuşların İsyanı, 163, Osman Selimhan Kocaoğlu.