Enes öldü. Enes’e, Allah rahmet eylesin, akrabalarına sabırlar versin. Öldü! Ama nasıl öldü? Bunun, derinlemesine araştırılması lâzım. Geçen haftaki makalemizde buna satır satır, notlar hâlinde temas etmiştik.
Bu hadise sebebiyle şeş cihetten, leş kargaları bunun üzerine atlayıp (intihar sebebinin en az kısmını teşkil etmesine rağmen) cemaatlere hücumdan başlayıp, Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’ne hakarete kadar terbiyesizce, utanmazca dil uzatanlar oldu. Artık, “ucuz kahraman” olmak isteyip, hakaretin dozunu zehir-zemberek kullanan mı istersin, “karanlık oda” da yetişen bir yeni yetmenin saçma-sapan, ipe-sapa gelmez yalan –yanlış ve iftiralarını mı istersin, hepsi var.
Hâlbuki Üstad Hazretleri 82 senelik hayatı boyunca değil sadece Müslümanların, bütün insanlığın Cennete gitmesi için uğraşan, didinen bir şahsiyetti. Üstadın eserleri olan Risale-i Nurlar, dünyada en çok okunan kitapların başında gelmesinden dolayı da dünyada konuşulan, hemen hemen bütün lisanlara tercümesi yapılmış bir Kur’ân tefsiridir.
Senelerin verdiği tecrübeyle hep şahid olmuşuzdur, Üstada bu derece hakaret eden, dil uzatanlar hiç iflâh olmuyor, olmaz, olmamış da…
“Enes” hadisesini bahane edip, bir taşla birkaç kuş vurmaya çalışan sefil mahlûklar bilir bilmez konuşuyor, desteksiz atıyor. Bugün, bakanlık da dâhil, üst seviye devlet vazifesinde bulunan birçok insanın da talebe iken kaldığı, Risale-i Nur Talebelerinin barındığı evlere de tasallut edip, hem o evleri hem de diğer cemaat ve tarikatların, hak yoldaki ev ve yurtlarının kapatılması isteğinde bulunup, linç kampanyası başlatmaya çalışıyorlar.
Tabiî, bu istekleri nafile. Kanunsuz, hukuksuz ve çapsız bir istek. Filin ayakları altında dolaşan fare misâli, işte akılları sıra vurmaya çalışıyorlar, ama boşuna, nâfile…
Yahu, bugün üniversite talebelerinin okumaya gittikleri yerde ikamet probleminin olduğunu bilmeyen var mı? Kimileri yurtlarda kalır, kimileri devlet dairelerinin veya sendikaların misafirhanelerinde kalır. Kimileri de üç-beş arkadaş bir araya gelip, ev kiralayarak kalır. Bunda ne var? Kaldığı evlerde ne yer, ne içer, ne okur kimi ilgilendirir? Mesken masuniyeti diye bir şey var. Devlete hıyanet etmeyen, kimseye zararı olmayana, kim ne der ki?
Nur Talebelerinin kaldıkları yeri ilk defa görenler, sanki bir Cennet hayatının dünyadaki küçük bir numunesini görmüş olurlar. Nitekim bu tedrisat senesi başında Anadolu’da bir okul kazanan gencimiz devlet yurduna giremeyince, bizim de tavassutumuzla bu evlerde kalmaya başlayınca, üç-dört ay sonraki intibaını bize şöyle anlattı: “Amca, Allah razı olsun sizden. Ne hayatlar ne insanlar varmış böyle. Neredeyse kendi evimde görmediğim şeyleri burada gördüm. Keşke daha evvel tanısaydım. Namaz kılmadığım günlere yanıyorum. Dünyanın ne kadar lüzumsuz işleriyle, günahlarıyla uğraşmışız biz.”
İşte, bu gencin söylediği gibi, kaldığı yerde ister Texas, Tom Miks okusun, ister Risâle-i Nur. Bu kimseyi alâkadar etmez. Hem, Risâle-i Nur okunan evlerde kalan talebeler, her zaman, her devirde, takdirle karşılanmıştır.
Bizim talebeliğimiz zamanında Ankara’da, arkadaşlarımızın kaldığı apartman toplantısında (anarşinin cirit attığı, 70’li senelerde) daire sakinleri “burada bekâr talebeler oturuyor, çıkartalım!” deyip, ileri geri konuşunca, aynı apartman sakini, TSM-TRT sanatçısı olan Ali Şenozan; “Ya komşular daha ne istiyorsunuz? Bu zamanda böyle gençler nerede bulunur? Terbiyeli, vakur, sessiz, gül gibi gençler. Apartmana, girip çıktıkları belli olmaz, kimseyi rahatsız etmezler. Bunları çıkartıp da sarhoşluk yapıp, her gün nara atan anarşistleri mi sokalım apartmana?” deyince, herkes sesini kesmişti.
Evet, yurtların haricinde, talebelerin kiraladıkları evlerde de kaldıklarını söyledik. Buraya kadar her şey normal. Ama anormal olan bir şey var.
Başlıkta bahsettiğimiz, kız ve erkek talebenin aynı evde kalması işi. Bizim, Bursa Uludağ Üniversitesi’ne yakın, “Görükle” diye bir mahalle var. Orada, daha ziyâde “apart ev” tabir ettikleri talebelerin kaldığı evler var. Bu mahalleden zaten, ahlâk açısından, çok iyi sesler gelmiyordu. Fakat bizim müdâhil olduğumuz bir hadise, bunu kat kat tasdik etti.
Bundan, birkaç sene evvel, bir vesile için, iki arkadaş, o apart sitelerden birine gitmiştik. Sitenin idarecisi ile apartman girişinde konuşuyoruz. O ara, ben yukarıya bakıyorum. Apartman boşluğu biraz geniş, her katta küçük, küçük dairelerden var. Sorduk. “Bunlar apart daire. Talebeler, iki üç arkadaş, beraber kalıyor” dedi. Biraz sonra baktım, birinci katta bir kız talebe bir kapıyı çaldı, kapıyı bir erkek açtı ve kız içeri girdi. Zannettim ki, kızların kaldığı yerden sınıf arkadaşına bir ders notu almaya geldi. Adama sorduk tekrar. Ne dese beğenirsiniz? “Yok, bu ikisi bir evde kalıyor” deyince, şaşırdık. “Nasıl yani, evli mi bunlar?” deyince, “Hayır! Böyle aynı evde kalan çok kız oğlan var!” dediğinde, kan tepemize sıçradı. “Fesubhanallah! İki nâmahrem, ateşle barut, nasıl aynı evde kalır yahu?” dedik.
İşte, bu zangoçların, Nur Talebelerinin kaldıkları eve dil uzatmalarından dolayı, aklıma bu geldi. Onların istediği de bu zaten. Nefislerine, keyiflerine, hazlarına, şeytanlarının emrine göre yaşamayı sevenler, böyle şeyler istiyor.
Onun için, gençlere ahlâkı, terbiyeyi, iyi insan olmayı, vatansever, milletini sever olmayı telkin eden, Nur Risalelerini ve diğer dinî kitapları okuyan talebelerin kaldığı yerlere düşmanlık yapıyorlar.
Allah gençlerimizi muhafaza etsin.