İnad kadar kötü bir seciye yoktur. Hele bu huy, bir de umuma aksederse daha da kötüdür. Devleti idare edenler milletin faydasına olan bir şeyi bir “inad uğruna” yok edemezler.
Bu mevzuyu geçen sene yazacaktım, fakat araya giren bazı mânialar unutturdu. Bu sene de, “unutmam inşâallah” dedim. İşte, Eylül ayının son günlerinde Yeni Asya Gazetemizde çıkan bir haber, benim unutmamama sebeb oldu.
Gazetemizdeki haber, aynen şöyleydi:
“Yapılan bir araştırmaya göre 5 yıldır yürürlükte olan kalıcı yaz saati uygulaması amaçlanan tasarrufu sağlamadı, aksine israf getirdi. Toplam elektrik tüketiminde yüzde 3.5 tasarruf sağlama hedeflenirken, uygulamanın bu yılki ilk 5 ayında 2.8 milyar lira kayıp yaşandı. İngiltere Cambridge Üniversitesi’nden Prof. Dr. Sinan Küfeoğlu’nun yaptığı çalışmaya göre 5 yıldır uygulanan sistem maliyeti düşürmedi, tasarruf da sağlamadı. Elektrik Mühendisleri Odası da, yaz-kış saati uygulamasının eskiden olduğu gibi GMT+2 ortak zaman dilimi korunarak yazın İzmit, kışın Iğdır dilimi üzerinden devam etmesini istedi...” (26 Eylül 2021, Pazar. Yeni Asya)
İşin mütehassısları teknik olarak beyanda bulunuyor. Kâr ve zarar açısından hesabını yapıp söylüyorlar. Haberde de görüldüğü gibi, elektrik sarfiyatı ile alâkalı hesablar da yapmışlar. Bu sistemin çok faydasının olmadığını söylüyorlar. 70’li senelerin başında, dünyadaki enerji buhranının yaşandığı zamanlarda bunlar düşünülmüş. “GÜN IŞIĞINDAN, DAHA ÇOK FAYDALANALIM” denilmiş.
Ne için böyle denilmiş? Daha ziyade, elektrik lâmbalarının yanmaması için. Yoksa gün ışığı, ısınmaya pek bir fayda sağlamaz. Nitekim o zamanlarda, klima kullanımı, çok fazla değildi. Elektrik ocağı ve radyant ısıtıcılar da yaygın değildi. Ama şimdi, hem ısınma hem serinlemede kullanılan klimaların ve yine ısınmada kullanılan elektrikli ısıtıcıların “gün ışığı faydasıyla” bir alâkası yok.
Bir de kışın soğukta, karanlıkta, bacak kadar çocukların okula gittiklerini düşünün. Sokak köpeklerinden tutun, daha başka onlara zarar verecek şeyler de çocuklara menfi yönde tesir ediyor. Nitekim geçen sene, zannedersem Muğla’da, karanlıkta okula giden iki çocuk trafik kazası neticesinde ölmüştü. Hattâ bir milletvekili de bu mevzuyu, Meclis’e taşımıştı.
Yâni, Batı bölgelerimizin uç kısımlarında güneş saat 08.30 civarında doğuyor. Bu çocuklar okula, güneş doğmadan, en az bir-iki saat evvel, evlerinden çıkıp geliyor. Sabah namazı meselesi de maalesef, bu saate tâbî olunacak diye kuşa çevrildi.
Diyanetin, bu istikamette verdiği fetva ile sabah namazı camilerde hemen imsakla beraber kılınmaya başlıyor. Ki, bu Hanefiler için tatbik edilen vakit değildir. Türkiye’de âdet, camilerde güneşin doğuşundan bir saat evvel ezan okunur. Farz namazına da yine güneşin doğuşundan yarım saat evvel başlanır. Şimdiye kadar tatbik edilen usûl budur. Yani Hanefiler, güneş doğmaya yakın namaz kılarlar. Gerçi evlerinde kılanlar yine bunun doğrusunu yapıyor, ama camilerde öyle olmuyor.
Bu saatlerle yarım asır kadar evvel oynanmadan normal saatler, batı vilâyetlerimizde öğle ezanının vaktinin girdiği saat 12.00 civarında olan saattir. Esas saat budur yani. Şimdi, Avrupa ve dünyanın birçok devleti tekrar kış saatine geçerken, bizim yaz saatinde inad etmemiz, Avrupa ile yapılan ticârî vb. faaliyetlerde de aramızdaki saat farkı sebebiyle bazı sıkıntılar çıkarabilir.
Bununla alâkalı daha başka şeyler de yazılabilir, ama uzuyor işte. Beş gün evvel, 31 Ekim tarihinde bekledik ki saatler geri alınır, ama alınmadı. Bu konuda inad edilmesini pek anlayamıyoruz. Bu işte de “Ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur” mantığı ile hareket ediliyor gibi geliyor.