Yazının içine, tarihî mekânlar, kahramanlar, zamanlar, karşılaştırmalar ve ilmî tanımlar girince; bazen nefsin gözü korkuyor. “Anlayamıyorum” bahanesiyle okumaktan kaçıyor, değil mi? En azından nefsimde yaşadıklarım…
Gel gör ki, medeniyetin terakkisine paralel olarak, insanların teslimiyetleri de kaybolup şüpheleri artıyor. Verdiğimiz bilgilerin herhangi bir arama motoruyla test edilmesi, yazılara olan itimadımızı arttırdığından, çoğu kez, meseleyle ilgili bilgilere fazlaca girmiş olabiliyoruz. Ayrıca olaylara küllî bakanlar, çerçeve içindeki bilgileri okuyucuyla paylaşmaktan da zevk alıyorlar. Kendilerince, takipteki zihinleri, aktüalitenin magazin labirentlerinden kurtarmaya çalışıyorlar.
Yeni Asya’da yazanların ekserisinde; hadiselere bakış açısı, alt bilgilerdeki ölçüler ve tanımlar gibi noktalarda Risale-i Nur’dan alınan paradigmalar esas olunca, eserlerin bütününe bir bakamayan nazarlar, çoğu kez çabucak yoruluyorlar. Kalemlerini, Risale-i Nur’daki Kur’ânî hakikatlerin efkâr-ı ammece anlaşılmasına hasredenler, bazen her okuyucusunun hadisenin mahiyetini bildiğinden hareketle de, malumat tasarrufuna gidebiliyorlar. Bunlar yazarların –kendim için söylüyorum– kusurlarından olduğundan, ancak okuyucudan müsamaha bekleriz.
Bediüzzaman’ da, “global dinsizlik,” “küresel imansızlık” tabirleri yerine; “dinsizlik cereyanları” veya “ahlâksızlık cereyanları” tabiri geçer. Çoğu yerde, bunların iki büyük dehşetlisinin özellikleri ve tahripleri anlatılır. Bazı yerlerde bu cereyanlar üçe çıkar. Üstad’ın, cereyanların sıfatlarını ve usullerini anlatırken müşahhaslaştırmadığını, isimlendirmediğini ve maddî yapılar halinde tarif etmediğini görüyoruz. Kendi aralarında; usul, tarz, yapılar ve coğrafyalar cihetiyle birbirlerinden farklılaşan bu cereyanların en büyüklerinin bazen birbirleriyle uğraştıklarından bahseder. Risale-i Nur’daki söz konusu tarifleri ve tavsifleri aldıktan sonra, gelişen hadiseleri Kur’ân ve iman hizmetleri cihetiyle anlamaya çalışan Nur Talebeleri, tesbitlerini ve teşhislerini Nurlardaki ölçülere göre koymaya çalışırlar. Bu hususları cemaat içinde veya efkâr-ı ammeye açıklayan her fert; kendisi gibi, Nurlarla geceli/gündüzlü meşgul binlerce başka talebenin de bu hadiseleri analiz ettiğinin farkındadır. Kamuoyunun murakabesini daima üzerinde hissederek izaha çalışır.
Yukarıdaki üç paragraftan sonra esas konuya, inşaallah girelim. Âhirzaman’ın, insaniyet, İslâmiyet ve fıtrat aleyhindeki dinsizlik cereyanlarının, cemaat tarz ve üslubuyla yapılanıp çalıştıklarını da Said Nursî’den öğreniyoruz. Onların, fert yerine şahs-ı manevîye dayandıklarını, maddî yapılardan ziyade; her an kıyafet ve beyanlarıyla değişebilecek cemaatî hareketlerden meydana geldiğini de oralardan okuyoruz. Bediüzzaman, ahirzaman’ın bu imansız ve emansız cereyanlarının mahiyetini bildiğinden olacak ki, Kur’ânî stratejisini de, bu cereyanları mağlup edebilecek şekilde inşa ediyor. Bediüzzaman’ın imanî eserlerini, lâhikalarla ve müdafaalarla birlikte okuyanlar, Üstad’ın, satır aralarına yansıttığı bu usulünü iyi bilir. Ayrıca, Deccaliyete karşı müstakil projeler halinde hazırlanmış İhlâs, Uhuvvet, İktisat, Beşinci Şua, Hücumat-ı Sitte risaleleri gibi risalelerin hedefinde de, bahsettiğimiz dinsizlik cereyanları olduğunu, dikkatlice okuyanlar, bilirler. Bu bilgilerle mücehhez Nur Talebeleri, Kur’ân ve insaniyet düşmanı tahripkâr cereyanları, bütün yönleriyle takip ederler. Coğrafyaları, savaşları, sosyal tahribatları, çıkardıkları nifakları, medyaları, yazarları, yetiştirdikleri elemanları, kullandıkları teknolojileri itibariyle bu cereyanlar Nur Talebeleri tarafından takip edilmezse; Nur Talebeleri, vazifeleri arasındaki, ehl-i imanı ikaz ve irşadı yerine getiremezler.
Yukarıdaki ölçüler ve çerçeve içinde size tasvire çalışacağımız dinsizlik cereyanlarını biliyorsunuz. Materyalist felsefeden doğan, küresel ihtilâlci Marksist hareket ile, sonradan bunlardan ayrılarak kapitalizmi ve hayvanî hürriyeti benimsemiş global sosyal Marksizm hareketleri, usul olarak birbirlerinden ayrılıyorlar. Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’nda mağlubiyetiyle daha çok Avrupa’nın şimalinde toplanan Marksistler, Berlin’deki Bismarck’çıların müsamahasızlıklarından dolayı, ihtilâl metodu yerine, sosyalleşerek sızmayı metot olarak benimseyeceklerdi. Bu sebeple, Kuzey Avrupa coğrafyasında kurulmuş meşhur fikir mekteplerinin araştırılmasında büyük fayda mülâhaza ediyoruz. St. Petersburg ihtilâlini gerçekleştirmiş Troçki ve Lenin gibi küresel ihtilâlcilerden ayrılan bu liberal görünümlüler, yolda çok gömlekler değiştireceklerdi. (Liberalizm, kapitalizm, açık toplumculuk, cinsel özgürlük, fert psikolojisini kullanma, güzel sanatların tahribi ve dinsizliğin nifak yoluyla siyasette kullanımı) Metot olarak zıt ve çatışma içinde olan bu iki küresel ihtilâlci Marksist hareketi, dünyayı zaptetme ve global hegemonyaya ulaşarak tahriplerini umumda gerçekleştirme yolunda, onları birleştirip Deccaliyete devasa bir kuvvet kazandıran koordinasyon merkezi Davos’un bilinmeyen hikâyesiyle devam edelim...