Evet şüphesiz kâinatta tek ve en büyük hakikat vahdaniyet hakikatidir.
Diğer hakikat telâkki edilenler ise ancak onun türevleri olabilir. Onların başlıcaları da; elest bezmi ve neticesi olan mescid ve sacidlerdir. İman ve ibadet ise bu taahhüdün neticeleridir. Kim kendini sözleşmenin dışında addediyorsa o hiçbir şey değil, ancak aslından iraz etmiş bir parazittir.
Hayat: Biri Vahid, ikisi vaki olmak üzere üç esas üzeredir. Vahid, Vacibü’l-Vücut; vakiler ise, mescit ve sacittir. Mescid, kâinat olup; sacidler ise; mü‘minattır. Gerisi dolgu malzemesidir.
Biz şimdi kendi işimize bakacağız; taahhüde sadık mıyız, yoksa sabık mı? Nasıl olsa tilkinin kurnazı iki ayağı ile tuzağa yakalanacağından, “Külli âtin karîb” kaidesiyle mümkünü vaki bileceğiz, yoksa çare yok. Hâli masum olanın istikbâli malum olur. Yani Cenab-ı Hak hakkında hulfü’l-vaad muhaldir. “La taknatu min rahmetillah” bir emr-i Rabbanîdir.
Fakat, dürbünün tersinden bakanlarla, camdan değil de, cama bakanlar, yakını uzak, hakkı bâtıl ve mümkünü muhal görürler. Meselâ, arslanın sahibinden korkanlar, arslandan korkmazlar. Zira onu musahhar bir memur bilirler. Yoksa halife-i rûy-i zemin iken, celladına aşık olan meczup gibi kölesine esir olan bir divane olurlar.
Fahr-i Cihan Efendimizin hakikî varisi olan ve Allah’tan başka kimseden korkmayan Bediüzzaman da, hâkim ve hekimiyle, asker ve polisiyle bir devletin baskılarına karşı İlâhî inayetle muhafaza olunmuş; bir türlü susturulamamış ve mağlup edilememiştir. Türlü türlü suikastler ve entrikalara başvurdukları halde bir türlü o mübarek zata , Hz. İsa misali, zarar verememişlerdir. Yani “Takdir-i Hüda, kuvve-i bazu ile dönmez / Bir şem’a ki, Mevlâ yaka, üflemekle sönmez” gerçeği Bediüzzamanda tecellî etmiştir. İşte bunların her biri vahdaniyet hakikatinin tecellîleridir. Kesrette boğulanlar, kalp ve gözleri mühürlenenler, bir türlü bu sırrı kavrayamamış ve kargadan başka kuş tanımamışlardır. Demek “İnsanda idrak ayinesi pas tutmuş ise hiç bir tecellîye mazhar olamaz, gönül bir süflîye yas tutmuş ise ulvî duygulardan zevk alamaz” demektir.
Bir de, hidayet gerçeği vardır ki; hidayet, hicabın kaldırılması ile hakkı hak, bâtılı bâtıl bilmektir. Onun için “Allah’ım! Bizleri, hakka hakkıyla vakıf eyleyip, hakka ittiba ile merzuk eyle; bâtıla hakkıyla vakıf eyleyip, bâtıldan içtinab ile merzuk eyle” diye çok güzel bir de duamız vardır. Rabbim bu duayı neslimiz ve bütün iyi niyetli insanlar için ahsen-i kabul ile makbul eyleyip, Gazze’deki mazlumlara nusretini yar, her iki cihanda onları ve bizleri bahtiyar eyleyip, zalim Yahudîleri de, Kahhar ismiyle kahreylesin!
İşte bu gibi gerçeklere istinaden; “Hidayet senden olmazsa dirayet neylesin Ya Rab, Arapça bilse de, Ebu Cehle ayet neylesin Ya Rab” diye de, harika bir vecizemiz vardır. Onun için; “Esselamü alâ menittebeal Hüda, vel melamü alâ menittebeal heva” diyoruz .Vesselâm...