Yaşadığımız hayat, elbette bir gün son bulacak.
Bunu, çevremizde duyulan vefat haberleri ile görüyoruz. Elbette, hayat ölüm hadisesini de bir gün mutlaka herkese yaşatacaktır. Zaman; sel dolaplarını çalıştırıyor, bir günde iki yüz binden fazla insan dünyaya ‘merhaba’ diyerek çevresindeki insanları sevindiriyor. Aynı şekilde yüz elli bin insan da dünyaya ‘elveda’ diyerek ebedî âleme göç ediyor.
Hayat apartmanı yıkılırken, ölümün de hayat ve hayata geliş hikmetleri gibi bir mahlûk olduğunu unutuyoruz.
Musa Aleyhisselâm yüzyirmi yıl yaşadığı halde, Azrail Aleyhisselâm canını almağa geldiği zaman bunu ‘erken’ bulduğu rivayet edilir.
Temsil bu ya; Temel’e Azrail Aleyhisselâm canını almak için geldiğinde, Temel birden şaşırıyor. Azrail Aleyhisselâm’dan bir ricada bulunuyor: “Benim borçlarım alacaklarım, helâlleşmem gerekenler var; bana bir hafta müsaade et ondan sonra gel.”
Azrail Aleyhisselâm kabul ediyor, bir hafta sonra gelmek için ayrılıyor. Temel, Azrail Aleyhisselâm’ın merhametini celbetmek için çocuk elbiseleri giyiyor; oyuncaklar ile odasını şenlendiriyor.
Azrail Aleyhisselâm bir hafta sonra geliyor, bakıyor ki durum farklı. “Haydi attaaa...” diyerek, Temel’i ebedî âleme götürüyor. Bundan anlaşılıyor ki; ecel değişmiyor, ne bir an sonrası ne de bir an öncesi…
Ölümün bir rahmet olduğunu, ebediyen sevdiklerimize kavuşmak olduğunu, ölümün manasını ve mahiyetini bildikten sonra anlıyoruz. Önemli olan, ölüme ve ebedî âleme ne kadar hazırlıklı olduğumuzdur. “Kıldığınız namazları, son namazınız gibi kılınız.” İkazından da anlıyoruz ki; bir gün mutlaka, ruhumuzu Rahman’a teslim edeceğiz. Hayat apartmanımız bir gün yıkılıp ebedî âleme gideceğiz.
Ölüme hazır olanlar, elbette ölümden korkmazlar. Asıl, ölüme hazırlıklı olmayanlar ölümden korkarlar ve titrerler. Nasıl yaşarsak öyle öleceğiz, öyle haşr olacağız.