Kimliğimiz, şahsımızı gösteriyor.
Onun yanında benliğimiz ortaya çıkıyor. Benlik, iyi teşhis edilmesi gerekiyor. Ve, bu asırda benlik şahlanıp, adeta başını havaya kaldırmıştır.
Benliği körükleyen hisler nefsi kör hissiyatından kaynaklanır. Çünkü, “nefis daima kötü şeylere meyleder.” İşte bu asır, yaşanan halleri başımıza getirdi. Geçmişte firavunları ve şeddatları, nemrutları, Ebu Cehilleri ve deccalları yetiştirenler, şimdi onları geride bırakan nice zalim insanları başımıza belâ eyledi.
Aldatmakla iş gören bu insanlar bir çok ehl-i imanı ve masum insanları emellerine alet ve basamak yapmaktadırlar. Kimliğini nefsin kör hissiyatına tabi edenler bir çok menfi olaylara sebebiyet vermektedirler. Asrın başlarında Osmanlıyı, dolayısıyla ehl-i imanı sefalet ve sıkıntılara sokan zalim ve gaddar insanlar bu emellerini perde altında gerçekleştirmişlerdir.
Adı cumhuriyet, ama uygulaması istibdat olan icraatlarla bu milleti perişan etmişlerdir. Bu anlamda en ziyade bu zulme muhatap olan Bediüzzaman’ın talebeleridir. Kanun namına kanunsuzluk yapan gaddar insanlar, yıllarca bu zulümlerini devam ettirmişlerdir. “İstibdat hangi suret ile gelse, rast gelsem sille vuracağım, velev Meşrûtiyet libası da giyse” diyen Bediüzzaman, demokratlara bu manada destek olmuştur.
Kimliğimiz, eğer enaniyet yolunda giderse bu manada neticeler vermesi normaldir. Eğer kimliğimizi istikamet yolunda devam ettirirsek çok hayırlı neticelere ulaştırabiliriz. Onun arkasında şeceat mertlik yolunu açmış oluruz.
Zulmü insan hayatından uzaklaştıran şey tevazu ve mahviyettir. İnsan kendini başkalarından yüksek görmemeli. Makamın iktiza ettiği vakar ise bundan farklı bir davranıştır. “Vazife cümleden âlâ, nefis cümleden süfli“ tesbiti hayatımızın mihenk taşı olmalıdır. Kimliğimizi, ideallerimizle şekillendirmeli, himmetimiz hizmetimiz ve milletimiz ile süslendirmeliyiz.