Tarih kendi adına kendini anlatmış ve defterini kapatmıştır.
Eğer tarihten ders alınmak isteniyorsa tarihteki her şeyi tekrar ve aynen yapmak, yaşamak gerekmiyor. Sadece tarihin yazılı defterini; aynen ve bozmadan, eksiltmeden ve fazlalaştırmadan aralayarak okumak, öğrenmek, tahkik etmek, mihenge vurmak, tahlil etmek ve ders alınacak olan mühim noktaları tatbik etmek lâzımdır.
Yoksa tarihten sadece öğrenilecek hadiseleri, gururla anlatılacakları, hoşa giden hareketleri dünyanın imrendiği muvaffakiyet ve galibiyetleri anlatmak, nakletmek değildir. Hele hele mağlûbiyetleri ve başarısızlıkları, alanında ilk defa denenmiş, tecrübe edilmiş yenilik ve atılımları, kaybedilişleri hiç görmemek, okumamak ve anlatmamak, nakletmemek hiç değildir.
Bizim kadim tarihlerimiz içerisinde Osmanlı tarihi enteresandır. Çünkü içerisinde tarih adına olduğu gibi kültürün ve bütün ilimlerin, inanç ve ideolojilerin de hepsinden birer nebze bir şeyler barındırır ve yaşatır.
Cesur, kahraman, atılgan, dirayetli devlet reisleri, padişahlar bakıyorsunuz kültür adına bütün varlığıyla imanın, inancın emrettiği, müsaade ettiği her şeyi gayet mütevazı, alçak gönüllülükle ve sessizce gerçekleştirmişler, yapıvermişler…
Tarihin en hoş serüvenlerini ise bu kahraman padişahların bazen yalnızlıktan, bazen ihanetlerden, bazen münafıklıklardan ve iki yüzlülüklerden kendi iç dünyalarında şikâyet etmeleri ve sessiz ağlayış ve duâlarda bulunmalarıdır. Yoksa savaş meydanlarındaki galibiyet ve mağlûbiyetler onların bu dünyalarına çok tesirli bir unsur olmamıştır. Allah için yaptıkları her işin dünyalık kullarca nasıl birer adi pula çevrildiğini ibret ve hayretle seyretmişlerdir.